Unutkan olan bazı insanlara “balık hafızalı” derler. Bu sözü, hayatım boyunca kimse için kullanmadım ve bu şekilde hitap edilmesini de hoş bulmadım. İnsanları, belki çok akıllı-az akıllı, zeki olan-olmayan veya hafızası güçlü-zayıf gibi sınıflara ayırabiliriz ama tam bir kıyas yapamayız. Bu durum, biraz da insanın kendisinden kaynaklanıyor. Eğer insanlar okumaya, araştırmaya önem verir; okuduklarını, duyduklarını, gördüklerini sorgulamak için çaba gösterirlerse, eminim ki bu zayıf yönlerinden kurtulabilirler. Atalarımız “işleyen demir pas tutmaz!” demişler.
Ayrıca, bol bol okuyup öğrenen kişilerin ufukları açılır; olaylara, yaşananlara “At gözlüğü ile bakmaz.”
Aynı şekilde bilgi, beceri ve kültür seviyesi yüksek insanların oluşturduğu toplumların, milletlerin kalitesi ve seviyesi de yüksek olur; toplumsal hafızaları gelişir ve unutkanlıkları azalır.
İnsanlar; tek başına veya içinde yaşadığı toplum ya da milletle birlikte büyük afetler, felaketler, musibetler, savaşlar vs. yaşayabilir. Bundan dolayı çok büyük travmalar oluşur. Bazıları, bu travmanın etkisinden kurtulamaz sonraki hayatı zehir olur; bazıları da unutmayı yeğler, kendisini başka işlerle meşgul ederek atlatmaya çalışır.
Türk Milleti; tarihte -dayanması gerçekten çok zor- o kadar travma yaşamıştır ki; “ders veya ibret almış mı?” derseniz: Hayır. Milletimizin zaaflarından birisi; geçmişte yaşadıklarını, hatta çok geriyi değil dün yaşadıklarını bile çok çabuk unutması veya unutmuş görünmesidir. Mesela; “Türk” kimliğini unutur veya unutmuş gibi görünür ya da kimliğini söylerse Müslümanlığına zarar geleceğini sanır. İslâm’ın, bütün milletlere geldiğini ve Müslümanlığın Arapçılık olmadığını düşünmez. Batı’da; “Türk” denince “Müslüman”, “Müslüman” denince “Türk”ün akla geldiğini bilmez!..
Prof.Dr.Özcan Yeniçeri’nin, 26/11/2022 tarihinde Ankara Türk Ocağı’ndaki konferansında aldığım notlardan birkaç cümle paylaşmak isterim: “Milletlerarası mücadele saflık kaldırmaz… Bütün planlar Ortadoğu ve bizim üzerimize… Tarih aklı olmayan kişiler, devlet yönetemez… Bastığınız toprak, taşıdığınız bayrak, döndüğünüz kıble belli olacak… Türk Milleti kendisini başkası sanma hastalığına tutuldu… Yeniden Türkleşmek gerekiyor...”
Sığınmacı Meselesi
Şehitler vererek işgalci düşmanları kovup kurtardığımız vatanımız, sessiz bir istilaya uğramaktadır. Hiçbir devlet bunu kabul etmez. Maalesef! Milletimiz ve yöneticilerimiz -gerekçelerini bilemiyorum- göz yumuyorlar gibi... Sanki dünyanın sığınma kampına döndük: Halen de geliyorlar. Sınır güvenliğimizi ve millî güvenliğimizi sağlamak zorundayız.
Şu anda, 10-13 milyon göçmenden bahsedilmektedir: Bu, Türkiye nüfusunun yaklaşık %13’ü demektir. Maşallah! Bir de durmadan doğuruyorlar. Ne derece doğrudur, bilemiyorum: Geçen bir arkadaşım bahsetti; bir hastanede gece 12 doğum olmuş; 2’si Türk, 2’si Pakistanlı, 8’i Suriyeliymiş. Bu gidişle 10-15 yıla kalmaz, nüfusumuzun %30’u yabancı olur.
Eşeğini kaybeden Nasreddin Hoca, yanındakilere; “bir ümidim şu tepenin ardında; orada da bulamazsam, bakın o zaman hocanın ağıdına…” demiş!..
Nüfus yapımız (demografik yapı) her geçen gün bozulmaktadır. Bu durum, iç kargaşaya zemin hazırlamak demektir ki; gelecekte Türkiye’nin de hepimizin de iç tehdit ve tehlike ile karşılaşacağı anlamına gelir. Sıkıntıları başladı bile... Çok geç olmadan çözüm bulmak zorundayız.
Bu insanlar vatansız değildir; hepsinin geldiği bir vatanları var. “Ensar-Muhacir” edebiyatı da bitti!.. Göçmenlere, insanî açıdan elimizden gelen her türlü yardımı fazlasıyla yaptık. Bir atasözümüz der ki; “Misafirlik üç gündür.” 2011 yılında gelmeye başlayan Suriyeli göçmenlerin misafirlikleri 12 yıl oldu.
Devletlerarası ilişkiler, karşılıklı çıkar amaçlı ilişkilerdir. AB, 5-6 milyar Avro’yu Türkiye’ye niye veriyor? “Türkiye sınırları açmasın, göçmenler kendi ülkelerine gelmesin” diye; yani korkularından… Bu yüzden, ya sınırlar açılarak Avrupa’ya gitmelerinin önü açılmalı ya da ülkeleriyle temas kurularak geri gönderilmeleri sağlanmalıdır.
Sığınmacılara, AB’nin gönderdiği paranın kat kat fazlasını harcadık: “Ekmek elden, su gölden” yaşıyorlar; keyifleri yerinde… Yine de fırsat buldukları an, batı ülkelerine kaçmayı düşünüyorlar; “yardımcı olalım” derim!..
Ekonomi ile sığınmacıların ilişkisi
Bir ülke için nüfus çok önemlidir: Ancak derleme-toplama nüfustan bahsetmiyorum. Ülkenin kendi millî nüfusunun artması; hem iş alanlarının, üretimin ve millî gelirin artırılması için siyasileri (iktidardakileri) zorlar, hem de tüketim yoluyla ekonominin canlanmasını sağlar.
Bugün vatandaşımızın yaşadığı sıkıntılar çok fazladır. Bu sıkıntıların baş sorumlusu mevcut iktidardır ve uyguladığı yanlış ekonomi politikasıdır. Ancak, sığınmacı nüfusunun çok fazla olması, ekonomik sorunları da tetiklemiştir.
Ülkeye göçmenler gelmemiş olsaydı;
* Enflasyon, hayat pahalılığı, geçim zorluğu, işsizlik bu kadar artmayacaktı.
* Ekonomi “arz-talep dengesi” üzerine kurulur; piyasadaki her çeşit malın ve malzemenin fiyatı bu kadar yükselmeyecekti.
* Ev fiyatları, kiralar çok aşırı artmayacaktı.
* Döviz yükselmeyecek, devletin iç ve dış borcu artmayacaktı.
* Dış ticaret (ihracat-ithalat) açığı ve bütçe açığı artmayacaktı.
* Kısacası ekonomi bu kadar kötü olmayacaktı.
Aslında bu problemleri başımıza kendimiz bela ettik: “Kendi düşen ağlamaz.” Ama bazılarının bencil ve duyarsız tavırlarını belirtmem gerekiyor. Futbol takımı tutar gibi parti tutuluyor. Takım tutmanın kimseye zararı yoktur ama iktidarın beceriksiz uygulamalarının herkese zararı oluyor. Özgür iradenizle değil de birilerinin işaret ettiği yere oy verirseniz; sonuç da böyle olacaktır.
Süleyman Şah Türbesi ve adalar
Suriye’de Caber Kalesi eteklerinde Türkiye’ye 30 km. ötede bulunan ve 20 Ekim 1921 tarihli Ankara anlaşması ile Türk toprağı sayılan ve Türk askerleri tarafından korunan Süleyman Şah Türbesi, Suriye’deki iç savaş öne sürülerek 21 Şubat 2015 tarihinde (geçici olarak) sınıra 180 metre mesafedeki Eşme Köyü’ne getirilmişti. Halen esas türbesine taşınamadı.
Yine, Ege’de Türkiye’ye ait 20 ada ve 2 kayalık Yunanistan’ın işgali altında ama bugüne kadar bir şey yapılamadı.
Türk töresinde, vatanın bir karış toprağı verilmezdi. Hakan/Hükümdar önce halkını düşünür; halkını zengin kılmadan kendisi zenginleşmezdi. Hatta her yıl toyda malını yağmalattırırdı.
Sonuç olarak; düşünmeniz için yazımın başından beri bir şeyler anlatmaya çalıştım. Şimdi soruyorum: Bu meselelere kim sebep oldu? Sebep olanlar çözebilir mi?..
Türkiye, önümüzdeki Pazar günü “Referandum” gibi bir seçime gidiyor. İki aday kaldı: Bir aday, beş yıldır uygulanan ve yukarıdaki sorunlara sebep olan mevcut “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin devamından yana; diğer aday ise güçler ayrılığının da olduğu “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”den yana…
Bin defa düşüneceğiz: kendimiz için değil, çocuklarımız, torunlarımız, geleceğimiz için… Bir oy, bazan bir bazan bin oy değerindedir.