Atatürk; “…‘bütünlük, zekâ, doğru görüş, taktik, inisiyatif, uzak görüşlülük, kesinlik, esneklik, dayanıklılık, fizik ve moral cesareti, uyanıklık, görev heyecanı, dürüstlük, çare bulma yeteneği gibi’ askeri liderlik niteliklerine bütün derinliğiyle sahipti.
Türk milletinin yetiştirdiği en eşsiz siyasi deha, en güçlü devlet adamı ve hiç şüphesiz en büyük kumandandır. Gerek doğuştan sahip olduğu yetenekler gerekse yaşamı boyunca edindiği özellikler açısından, çok üstün ve seçkin niteliklere sahiptir. Onun üstün askeri dehası; ileriyi görebilme, isabetli kararlar verebilme, cesaret, kuvvetli bir irade, azim, kararlılık ve güçlü bir sorumluluk anlayışı gibi özelliklerle kendisini gösterir. Onun bu askeri ve siyasi dehası, tüm dünya tarafından da tartışmasız kabul görmüştür.”
Mehmet Faraç, “Türkiye ayakta nasıl duruyor?..” başlıklı yazısında; “Bu kadar fecaate, bu kadar soruna ve çıkmaza rağmen Türkiye'yi ayakta tutan ‘gerekçe’lerin içerisinde öyle bir unsur var ki, doğudan batıya, sağcısından solcusuna, dindarından devrimcisine kadar bütün toplum katmanlarını birbirine kenetlemeye devam ediyor...
Atatürk'ün Türkiye’yi uygar dünyaya entegre eden o gerekçeyi öne çıkarmasının tek amacı vardı: Cehaleti, yoksulluğu, gericiliği yenmek, Aydınlanma Devrimi’yle Türkiye’yi tüm dünyaya örnek olabilecek bir kalkınma hamlesine sürüklemek...
Evet; …Türkiye'yi sosyal açıdan kenetleyen, ayakta tutan en güçlü gerekçe laiklik... (05/06/2022, Yeniçağ)”
Buraya kadar yazdıklarımdan “lider kime denir?” sorusunun cevabını öğrendiğimizi sanıyorum. Aslında bazı özelliklerin “Tanrı vergisi” olduğunu bilmemiz gerekir. “Herkes lider olamaz; lider doğulur” denilmesinin sebebi budur!..
Liderlik-Yöneticilik-Genel Başkanlık
İçeriğinden faydalandığım seri yazıda; “Elbette liderlik ve yöneticilik farklı kavramlardır. Bireyin lider olması için yönetici olmasına gerek yoktur ama lider olmayan birinin yönetici olması mümkün değildir.
Yönetici idare eder; lider yenilik yapar. Yönetici bir kopyadır; lider orijinal. Yönetici sürdürür; lider geliştirir. Yönetici sistemlere ve yapıya odaklanır; lider insanlara odaklanır. Yönetici kontrole bel bağlar; lider güven ilham eder. Yönetici kısa vadeli bir bakış açısına sahiptir; lider uzun vadeli perspektife sahiptir. Yönetici nasıl ve ne zaman diye sorar; lider neden ve niçin diye. Yöneticinin gözü sonuçtadır; liderin gözü ufuktadır. Yönetici taklit eder; lider yaratır. Yönetici statükoyu (mevcut durum) kabul eder; lider ona meydan okur. Yönetici klasik anlamda iyi bir askerdir; lider kendine özgü bir şahsiyettir. Yöneticiler işleri doğru yaparlar; liderler doğru işi yaparlar (Bennis, 1993).”
Eski yöneticilerimizi düşündüm: Genelde yüksek ahlâk ve şahsiyet sahibi, namuslu, dürüst ve demokrattılar. Tecrübe, bilgi ve birikimleri vardı. Ehliyet ve liyakat sahibiydiler ve makamlara hak ederek geliyorlardı. Astlarıyla konuşur, danışır, istişare ederlerdi ve sorunları çözerlerdi. Vatandaşa hizmet etmenin yollarını ararlardı.
Şimdikileri değerlendirirsem: İstisnalar hariç birçoğu hak etmeden makamlara geliyorlar. Ne eğitimi ne de tecrübesi makama uygun. Makama adam değil de adama makam bulunuyor. Devleti bilmiyorlar. Kendisine sağlanan yeri, koltuğu ve imkânları koruma derdindeler. Mevzuata uygun veya usulsüz, istenen her işi itirazsız yapıyorlar. İşini bilmediği gibi astlarına sormayı, danışmayı, değerlendirmeyi ve istişare yapmayı gereksiz görüyorlar. Kendilerini çok akıllı ve kurnaz sanıyorlar. Bencil oluyorlar. Yolsuzluğa, rüşvete, iltimasa, yalana, kayırmaya eğilimliler. İlerlemeye ve gelişmeye kapalılar. Üstten gelen talimatlara uyuyorlar. Sorunları çözeceğine bazan kendileri sorun oluyorlar. Çözüm üretemiyorlar. Vurdumduymaz oluyorlar.
Siyasilere ve parti başkanlarına gelince; maalesef, birçoğuna bırakın lider demeyi, yöneticilikleri bile tartışılır!.. Aslında sadece ülkemizde değil, dünyada da bir lider sorunu var. Çok kötü bir döneme rast geldik. Herhalde yaşananlardan fark ediyorsunuzdur. Hepsi de istihbaratı ve sosyal medyayı kullanarak algı ile hem kendi vatandaşlarını hem de diğer ülke vatandaşlarını kandırıyorlar. Ama öte yandan kurdurdukları terör örgütleri kanalıyla da dünyayı kana buluyorlar.
Eskiden beri siyasilerimiz, “halka hizmet, hakka hizmettir” sözünü hiç ağızlarından düşürmezlerdi. Bu sözü geçmiş siyasiler bir parçada olsa yerine getiriyorlardı ama şimdikiler ne halka ne de hakka hizmet ediliyorlar: “Rabbena, hep bana” diyorlar. Sadece kendilerinin, genel başkanlarının ve partilerinin çıkarlarını düşünüyorlar. “Çok sözde yalan, çok malda haram olur” misali hayat sürüyorlar. Halkta güvenleri her geçen gün eriyor. Halk ise çaresiz!..
Artık seçmene bile vefaları ve saygıları kalmadı: Kendisine oy verenleri anında satabiliyorlar. Ağızlarının ayarı yok; hiç düşünmeden her şeyi konuşabiliyor, hakaret edebiliyor, her şeyi söylüyorlar. Kalite, nitelik, nicelik, seviye diye bir şey kalmadı. Kişiliksizlik, ilkesizlik, yüzsüzlük had safhada… Bütün değerlerimiz yerlerde sürünüyor.
Parti başkanlarının ağızlarından hiç beklenmeyen, yakışıksız, garip garip ifadeler çıkıyor; lüzumsuz laflar ediyorlar. Alaya alınacağını, yalanının ortaya çıkacağını bile bile sarf ediyorlar. Anlamak mümkün değil!.. Halkın moralini düzeltmeyi düşünüyorlarsa, boş konuşma yerine icraat yapsınlar. Maşallah! Bakanlarımız da görevine temenna ile başlıyor!..
Parti genel başkanı da olsalar eskiden cumhurbaşkanları -rahmetli Turgut Özal, Süleyman Demirel gibi- mecliste seçiliyor ve partileriyle ilişkilerini kesiyorlardı. Şimdi, “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” yüzünden seçilen cumhurbaşkanı hem tarafsızlığını hem de vatandaşın tamamını temsil kabiliyetini kaybetti. Peki, eskiye göre ülke daha mı iyi durumda? Karar sizin!..
Bu açıklamalarıma göre kim lider kim genel başkan ya da yönetici, değerlendirmeyi size bırakıyorum.
Yazımı, tamamını okumanızı tavsiye edeceğim A.Yağmur Tunalı’nın “Ettiğimizi buluyoruz” başlıklı yazısından alıntıyla bitireceğim: “Uçurumun kenarındayız’ diyenlere hemen itiraz edilemez. Yaşadıklarını abartarak iletmek halkın bildiğimiz bir tavrıdır. Şaşılacak söz ve davranış hükumet edenlerinkidir. Onlar, ‘uçurumun kenarındayız’ demekten daha ileri bir şey söylüyorlar ve beka probleminden bahsediyorlar. Vahim olan odur. Gücü uzun süredir ellerine verdiklerimiz bizi ölüm kalım mücadelesi verecek hale getirdiklerini söylüyorlar. Evet ‘Beka problemimiz var’ demek tam da budur.
…Memleketin varlık-yokluk (beka) problemi yaşadığını söyleyenler, ağızlarına ne gelirse düşünmeden bırakıyorlar. Kendileri yapmamış gibi davranıyor, olan bitenin başkasının kabahati olduğunu düşündürmek pişkinliğine giriyorlar. Her durumda buna inanacak efsunlu kalabalıklar yetiştiğini bilerek konuşuyorlar. Bununla da kalmıyor, ‘Biz olmazsak batarsınız’ gibi akla sığmaz bir gerekçeyle olmayan bir galaksinin hayal kurgusuna (halüsinasyon) sığınıyorlar. Neresinden tutsanız dökülecek ve kaç türlü bozacağı kesin işler ve sözler ediyorlar (Milli Düşünce Merkezi, 20/11/2023)”.
Kimseyi suçlamak istemiyorum ama bütün bunların sebebi; hâlâ kula kulluk peşinde koşan, itaat ve biat kültüründen kurtulamayan, özgür ve bağımsız birey olamamış kimseler yüzündendir.
Eğer Cumhuriyetin verdiği hakların farkında olsalardı, bugün bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık.