Halk ağzıyla “makat veya mahat” da denilen sözcüğü, kullanmamdan dolayı lütfen ayıplamayın! Tabii ki, yazı başlığında böyle sözcük olması hoş değil. Ama konuya dikkat çekmek amacıyla kullandım. Yadırgamanızı anlıyor olsam da aşağıdaki ifadeleri okuyunca hak vereceğinizi umuyorum.
Makat sözcüğünü çocukluktan beri duyarım. Gerçek anlamını öğreninceye kadar yadırgamadan her Elbistanlı gibi rahatlıkla kullandım. Ne zaman ki tanımını öğrendim, kullanmakta tereddüt yaşadım. Ama bizim kullandığımız yer açısından bakılınca sinkaf içeren bir kelime gibi görülmüyor. Ayrıca, yerine kullanılan -terbiyem müsaade etmiyor ama TDK Güncel Sözlük’te olduğu için aldım- “g.t” diye başka bir sözcük var…
İnsan -her konuda olduğu gibi- sözcükler konusunda da biraz derinlemesine araştırınca kökenini ve asıl anlamını öğreniyor. Kelimenin sadece Elbistan’da değil birçok yerde kullanıldığını da fark ettim.
Önce Kur’an-ı Kerim’le başlamak istiyorum: Kamer Suresi 55. ve Yunus Suresi 2.ayette, “Mak’ad-i sıdk” tamlaması geçmektedir ki; “takva sahiplerinin cennette bulunacakları makam, doğruluk ve sadakat kademesi, ileri mertebe, itibar gören yüksek makam” gibi anlamlara geliyor.
Türk Dil Kurumu (TDK); Arapça Mak’ad/ Makat: “1.(isim) Kıç, 2.(isim, anatomi) Anüs, 3.(isim) Minderli alçak sedir, 4.(isim) Minder yüzü, minderin üzerine yayılan kumaş” olarak tanımlamış. Sedir ise (isim); “Arkalıksız, üstü minderli ve yastıklı olabilen, oturmaya veya yatmaya yarayan ev eşyası; divan”.
Osmanlıca sözlüklerde “oturak yeri, arka, kıç, minder”, diğer kaynaklarda “oturma yeri, oturak, sandalye”, Türkçe sözlükte “oturulduğunda bedene temel olan aza, kıç” manasındayken; kural, temel, esas anlamlarındaki Arapça “kaide” sözcüğü ile de bağlantısı kurulmaktadır. Bazı kayıtlarda “Tarihte ilk kez ‘oturulan yer’ anlamında Kıpçak Türkçesi Sözlüğü’nde (1500 yılından önce) yer aldığı” belirtilmektedir.
“Oturak, divan, iskemle, yer, oturacak yer, oturma yeri” anlamlarındaki sözcük, zamanla “oturma yerinin hazırlanması” için de kullanılmıştır. Bir de “üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, duvara bitişik, ayakları olan, tahtadan sedir” anlamında “kerevet” diye benzer bir kelime daha vardır.
Makat kelimesi “soğuğa engel olması için dama serilen çamur” (TDK Derleme Sözlüğü, 2022; Yalçın, 2022: 104) anlamında iken makat atmak, makat yaptırmak tabiri de “kerpiç evlerde damları ya da oda zeminlerini çamurla sıvamak” şeklinde tanımlanmıştır (Yalçın, 2022: 104).
Sözcüğün Türkçeye geçişi
Türklerin; Farslara (İranlılara) çok yakın coğrafyada bulunmaları, hatta İran coğrafyasına uzun süre hâkim olmaları sebebiyle birçok Farsça sözcüğün Türkçeye geçmesi yanında, İslâmiyet’in kabulü ile birlikte yoğun şekilde Arapça kelimeler de girmiştir.
Oğuz Türkleri/ Türkmenler, kitleler halinde Anadolu’ya girdikten sonra bugünkü Irak ve Suriye’ye gelmişler, sonra Anadolu’ya girmişlerdir. Arap kültür sahası olan buralarda uzun süre kalmışlar ve beylikler kurmuşlardır.
1337 yılında Karaca Bey, “Dulkadıroğlu Beyliği”ni kurmuş ve merkezini de Elbistan yapmıştır. Beylik 185 yıl hüküm sürmüştür. Kuruluşunda, Mısır’daki Memlûk Devleti’nin himayesindedir.
Yavuz Sultan Selim; 23 Ağustos 1514’deki Çaldıran Savaşı dönüşü 12 Haziran 1515’de “Turnadağı Savaşı”nda öz dedesi 90 yaşlarındaki Alâüddevle Bozkurt Beyi yenerek beyliğin başına Şehsuvaroğlu Ali beyi getirmiştir. 7 yıl sonra bu bey de çocukları ile birlikte öldürülüp beylik toprakları 1522’de Osmanlı’ya katılmıştır.
Uzun süre Memlûklara bağlı olan Dulkadir Beyliği; yasalarını ve yönetim anlayışını da bu devletin paralelinde yürüttüğü görülmektedir. Sanıyorum, şu ifadelerden “Mak’ad” sözcüğünün bağlantısını daha rahat kurabileceğiz.
2023 Şubat’ında aldığım Andre Raymond’un “Yeniçerilerin Kahiresi” adlı (Yapı Kredi Yayınları-1126) kitabını okurken kelimenin birkaç defa geçtiğini gördüm. Kitabın “Başlarken” bölümünde (s.17): “(Toplantı) Mısır Valisi Ebubekir Paşa tarafından düzenlenmişti. Paşa bu girişim sonucunda, hem kazandıkları otoriteyle imparatorluk yönetimine sorun çıkartan emirleri saf dışı bırakmak, hem de böylece önemli tutarda para elde etmek isteğindeydi. Bundan da anlaşılacağı üzere defterdar konağındaki mak’ad’da (kabul odası) yapılan bu toplantıya Mısır’ı yönetenlerin önemli bir bölümü katılmıştı.
(s.27-Fotoğraf altı not) Osmanlılar döneminde mahkeme (beytü’l-kadı), Emir Mamay’ın (1496) sarayındaki mak’ad’da kurulurdu.
(s.36-Fotoğraf altı not) Rıdvan Bey’in sarayı: Başka bir memlûk sarayının üstüne yapılmış olan bu yapıdan günümüze yalnızca üç kemerli güzel bir mak’ad kalmıştır.
(s.87) 1703’da emir Zeyne’l-Fikâr Bey ‘mak’ad’ında sohbet ederken öldürüldüğünde, diğer misafirlerle birlikte yanında bu tüccarlar da vardı. Kuşkusuz ‘mak’ad’dan bahçeye atlayıp hızla kaçmasa o da yaşamından olacaktı.”
Bu ifadelerden Mak’ad’ın “makam ve/veya kabul odası” anlamında kullanıldığı anlaşılıyor. Biliyorsunuz; “Divan”, Osmanlı yönetiminde de kullanılan bir kelimedir.
Elbistan’da makatın anlamı
Elbistan’da oturma odasının üst tarafında konukların oturtulduğu yüksekçe yere makat denirdi. Bugünkü anlamda “sedir ve/veya divan” karşılığıdır. Aslında misafirlerin olmadığı zamanlarda aile büyüklerinin oturduğu bir makamdır.
Şehir merkezinde gerek tek katlı kerpiç binalarda gerekse konaklarda oturma odalarının tabanı tahta olurdu. Makat ise yaklaşık 40-50 cm. yükseklikte, duvardan duvara kadar ahşap (ağaç) direk, hatıl ve üzerine çakılan tahtalarla yapılırdı. Bazılarının ön tarafı kapatılır, bazılarının da altına eşya koymak için kapaklı olurdu. Üstüne minder serilir; arka kısma sap yastıklar konurdu. Bir çeşit “şark köşesi” gibi düşünebiliriz.
Köylerde ise, evler genelde kerpiç olduğundan makatlar da çamurdan yapılır ve odanın tabanından yaklaşık 40-60 cm. kadar yüksek olurdu. Aynı şekilde üstüne minder veya kilim serilirdi. Köye büyük dayımlara gittiğimde, benim yatağım makata serilirdi; orada yatardım.
Makatların arkasındaki duvarda, çoğunlukla odanın büyüklüğüne göre bir veya iki pencere olurdu.
Yazımı bir anımla tamamlamak isterim: Eskiden çocuklar hep odanın alt tarafında, eşikliğe yakın yere oturur ve misafirlere hizmet ederlerdi. Konuşulanları sadece dinler, söze karışmazlardı.
Birgün, büyük amcamız (babamın emmisi) öğleye yakın bize geldi. Anam yemek hazırladı. Sofrayı makatın önüne yere kurduk. Emmim de makattan inerek sininin üst başındaki yer minderine geçti. Babam sol tarafına oturdu; kardeşimle ben de alt başa oturduk. Anam, sofrayı kurarken sürahiyi üst tarafa babamın yanına koymuş. Sinide bardaklar doluydu. Ben birini içtim; tekrar içecektim. Babamdan sürahiyi istedim. Emmim çok sinirlendi: “Babadan su istenir mi, kalkıp alsana” diye kızdı. Çok bozulmuştum ama karşılık veremezdim: Büyük saygısızlık olurdu. Kalktım sürahiyi aldım.
Geleneklerimize bağlı bir insan olsam da -güzellikleri yanında- tasvip etmediklerim de oluyor. Maalesef! Eskiden büyükler sevgilerini pek göstermediler. Geleneksel terbiye, hep korku ve korkutma üzerineydi. Ama biz de fazla abarttık galiba! Şimdi çocuklar büyüklerini yönetiyor!..