Ünlü tarihçimiz Prof.Dr. Halil İnalcık’la bir söyleşiden bahsetmiştim (Tarihçilerin Kutbu, Emine Çaykara, İş Bankası Yayın.,2005). Bu kitaptan yararlanarak, Halifeliğin Osmanlı’ya geçtiği dönemde Arapların tutumunu aktaracağım:
“İslâm dünyası (Araplar, Hintliler) ateşli silâhlar karşısında bir şey yapamıyorlar. O zaman ateşli silâhlarda dünyada en ileri milletlerinden birisi Osmanlılardı. Dehşete kapılan Müslüman devletleri, Osmanlı’dan yardım istedi. Memlûk Sultanı, II.Bayezid’e ‘Donanma ve ateşli silâhlar gönderin’ diye yalvardı. Türkler, daha Selim Kahire’ye girmeden, 1509’da Süveyş’te bir tersane kurdu, bir donanma yaptı. Osmanlı denizcileri Hamid Reis, Selman Reis, Süveyş’te faaliyette idiler;... Osmanlı askeri, Rûmî adıyla (Al-Rûm, Anadolu demek) Arap memleketlerinde, Hindistan’da… özel asker olarak hizmete gittiler. Yani, İslâm dünyası Portekizlilere karşı himaye için gözlerini Osmanlılara çevirmişti. (s.228)
Portekizliler 1516-17’de Kızıldeniz’e girdiler ve …Kızıldeniz’e hâkim olmaya çalıştılar; Ortadoğu-Hindistan ticaret ve hac yolunu kırmak için... Büyük bir Portekiz donanması toplarıyla Cidde önüne geldi; Portekizliler, Medine’yi alıp Hz.Muhammed’in kemiklerini çıkarıp Kudüs’teki İsa’nın mezarıyla değişmek gibi korkunç bir plânla gelmişlerdi. Cidde’ye donanmaları geldiğinde Mekke Şerif’i dağlara kaçmak için hazırlık yapıyordu. Araplar hiç mukavemet etmedi, çünkü Portekiz’in ateşli silâhlarla saldırısı karşısında perişan olacaklarını biliyorlar;… Selman Reis, Cidde’yi müdafaa ediyor;... Portekiz donanması perişan halde geri döndü. Selman Reis olmasaydı, Portekizliler kuşkusuz Medine’ye girecekti. (s.364)
1520’lerde Portekiz Basra Körfezi’ne girmiş, Basra’ya hücum ediyor. Arap dünyası (Yavuz) Sultan Selim geldiğinde kollarını açarak Osmanlıları karşıladı. Biliyorlardı ki Hıristiyan dünyasının saldırılarına karşı İslâm’ı koruyabilecek yegâne Müslüman devlet Osmanlılar... (s.364)”
Hilafet meselesi
“Selim, …Suriye ve Mısır’ı alınca o zaman Arap dünyası Osmanlıları bir kurtarıcı gibi karşıladı; ‘ateşli silâhları olan bu kuvvetli Müslüman imparatorluğu bizi koruyabilir’ diyorlardı… Araplar, Osmanlı padişahını sultanları tanıdılar; ...Hilâfet yok o zaman daha. İşte Araplarla münasebetlerimiz böyle başladı ve 1521’den sonra Hint denizinde Osmanlılar, donanmalarıyla Portekizlilerin karşısına çıktı ve tekrar eski ticaret, Ortadoğu-Hint ticareti canlandı. …Arapların eski zenginliğe kavuşması Osmanlılar sayesinde oldu. Kuzey Afrika’da da aynı şey... (s.228)
Selim’in unvanı Hâdimül Haremeyni’ş-Şerîfeyn, yani Mekke ve Medine’nin hizmetkârı, koruyucusu... Padişahlar, Hilâfet unvanını çok sonradan aldı. Mektep kitaplarına yanlış giren bilgilerdendir. Selim hilâfeti almadı… Asıl Kanunî Süleyman, bütün İslâm dünyasının koruyucusu sıfatını aldı. Halife min Kureyş (Halife Peygamberin kabilesi Kureyş’tendir) diye bir hadis vardır; halife mutlaka Kureyş kabilesinden olacaktır. Hakiki Müslüman olarak Osmanlılar, bu hadisi çiğneyemezlerdi, gazi sultanlar olarak hilâfete başka şekil verdiler; ‘bütün İslâm dünyasının koruyucusu’ sıfatını benimsediler. Süleyman, ‘Halîfe-yi Rüy-i Zemîn’ sıfatından bunu anlıyordu. Mekke ve Medine’nin koruyucusu, hac yollarını açıcı... Bu sıfatla İslâm dünyasında üstünlük kazandılar. (s.364-365)”
Suudi Arabistan Krallığı
“Abdülaziz, Suudi Arabistan krallığını kuran adamdır. (s.359) Suudiler için büyük bir hükümdar, devlet kurucusu; Arabistan’ın göbeğindeki bir kabilenin başı, Osmanlı’ya isyanla bağnaz bir dinî hareketi benimsemiş, Vahhabilikle birleşmiş. ‘Tevhid’ kelimesiyle özetlenen bu hareket İslâm’da püritanizm hareketidir... İslâm’a sonradan eklenmiş, ana kaynaklara, Kur’an ve hadislere karşı 20-30 bid’at tespit etmişler;… (s.360)
…Suudiler, Orta Arabistan’da bir kabile ve bu tevhid hareketini benimseyerek Osmanlı’ya isyan ettiler. Medine, Mekke’yi zaptettiler. Orada bid’at saydıkları mezarlıkları yıktılar, yaktılar ve bu suretle bir siyasî hareket başlattılar. Suudi hanedanı böyle ortaya çıktı… Bütün aşırı İslâmî tarikatlar, hareketler bugün Vahhabizm’e bağlanır. Vahhabi püritanizminin uygulandığı yegâne memleket Suudi Arabistan’dır. Bugün Suudi Arabistan’daki Vahhabizm, İran’dan, Afganistan’dan Fas’a kadar bütün İslâm dünyasında taraftar bulan, köktenci hareketlerin kaynağıdır...
Muhammed İbn Suud’u aslında Osmanlılar, Abdülhamid zamanında kaymakam tayin etmişler; unvanı vali, sancakbeyi bile değil, bir kaymakam... Ondan önce baba İbn Suud’un ilk ortaya çıkışı 1750’lerde... Osmanlı devletine isyan etti, Osmanlıları kâfir ilân ediyor; kendilerince bid’atlar icat etmiş ve uygulamakta olan Osmanlı rejimine karşı cephe aldılar. (s.361-362)
Suriye’de Osmanlıya karşı bağımsızlık hareketi başlatan ilk Arap milliyetçileri Hıristiyan Araplar arasından çıkmıştır. Müslüman Araplar Osmanlı halifesine bağlıdırlar;… (s.384)”
Osmanlılarda dinî anlayış
“Osmanlı devletinde dini hukuk, şeriat tabii başta gelir, fakat Osmanlılarda ayrıca siyasî ve İdarî tamamen hükümdarın iradesine bağlı kanunlar var, bunlara kanun ve kanunname deniyor. Kanunname, 16.yüzyıl sonuna kadar dine dayanmayan, örfi kuralları kapsar. Yani, Osmanlı’da iki türlü hukuk vardı. ‘Din ve Devlet’, ‘Şeriat ve Kanun’ terimleri bu ikiliği yansıtır. Türk tarihinde, çok eskiden beri şeriatın içermediği durumlara karşı devletin koyduğu kurallar vardı; görüyorsunuz, bizde laisizmin tarihi çok eskidir aslında. Bu 16.yüzyıldan sonra değişti, aynı meseleleri şeriata uydurmaya çalışanlar, yani devletin şer’îleşmesi sonradan ortaya çıktı. (s.134)
Osmanlı devletinde Kanunî Süleyman, Hanefîliği Anadolu ve Rumeli’de tek mezhep olarak tayin etti; bütün kadılar Hanefî mezhebine göre karar veriyorlardı, yalnız Arap memleketlerinde mahkemelerde 4 sünni mezhebi temsil eden 4 kadı vardı... Yani Arap memleketleri dışında, Fatih’in kurduğu imparatorlukta Anadolu ve Rumeli çekirdek bölgede, Hanefî mezhebine göre karar verilirdi.
Hanefî mezhebi, İslâm mezhepleri arasında en hoşgörülü, en geniş anlayışlı olanıdır. Meselâ, Türkiye’de para vakıfları diye bir konu var; adam parasını vakfediyor; bu para %10 nemalandırılıyor, meselâ ‘mahallemdeki yetim çocuklar giydirilsin’ diyor vakıf... İslâm’ın kesin kaidelerine göre, para vakfı şer’î değildir. Fakat Kanunî’nin kardeşim dediği Şeyhülislam Ebussuûd, birtakım hayır işlerini karşıladığı için bu para vakıflarını tasdik etti. Mehmet Birgivî şiddetle karşı çıktı; hatta şeyhülislamı kâfir ilân etti. Birgivî’nin mezhebi Hanbelî’dir… Fıkıhta istibsan, istislah diye bir terim var; İslâm cemaatinin hayrına olan şeyleri eğer tüm İslâm cemaati kabul etmişse şer’îdir, İslâm’a uygundur. Birgivî’nin görüşleri 17.yüzyılda Kadızadeliler dediğimiz bağnaz harekete sebep olmuştur;… (s.390-391)”
Sonuç olarak; “İslâm dünyasının harp teknolojisi bakımından en ileri temsilcisi olan Osmanlılar, İslâm dünyasını yüzyıllarca Batı’ya karşı korumuşlardır. Batı’nın ateşli silâhlarına, ekonomik üstünlüğüne, donanmalarına dünya üzerindeki hiçbir geleneksel imparatorluk dayanamamıştır. (s.229)
Modern Araplar tarihlerinde bundan hiç bahsetmezler, aksine Türk devri bir sömürü ve baskı devri olarak okutulur. (s.228)
Bugün Araplar mektep kitaplarında der ki, Osmanlı geldi; bizim geri kalmamızın sebebi budur. Aslında Osmanlıların bu ticareti ihya etmeleri sonucu olarak Kahire, Halep, Şam eski Arap şehirleri nüfus ve ihtişamını devam ettirdi. Araplar bunu görmezler. (s.178)”