Prof.Dr.Reşat Genç’in, Kaşgarlı Mahmud’un “Divânü Lügâti’t-Türk” adlı eserinden yararlanarak hazırladığı “Kaşgarlı Mahmut'a Göre XI.Yüzyılda Türk Dünyası” adlı kitabında (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını, Ankara-2015) geçen, bin yıl önceki bazı atasözlerimizi sizlerle paylaşmak istedim.
Kaşgarlı’nın at hakkında, kuşun amacına kanatları ile insanın da muradına atla eriştiği anlamına gelen bir atasözü (Er atın, kuş kanatın) kaydetmesi ve “at Türk'ün kanadıdır” şeklindeki ifadesi… atın Türk toplum hayatındaki yerini veciz ve anlamlı bir şekilde belirtmektedir. (s.149)
Türklerin kahraman kimseler için en çok kullandıkları sıfat “alp”tır. Bir Türk atasözü, “alp çerigde, bilge terigde”, yani yiğit, kahraman harp safında, âlim de toplantıda sınanır. Ayrıca Kaşgarlı’nın kaydettiği “alplar ile vuruşma, beyler ile duruşma (karşı gelme)” şeklindeki bir atasözü ile halka ve “alp ere kötülük edip zayıf düşürme, yüğrük atın da sırtını yağır etme” şeklindeki bir atasözü ile beylere öğütler verilmesi, Türk toplumunda alp (yiğit) kimselere ne kadar büyük önem verildiğini göstermektedir. (s.116)
Kelin/gelin olacak kızın çeyizine akrabalarının getirdiği elbise ve mal türü armağanlara (ki bugün birçok yöremizde bu adet devam etmektedir.) “Yüfüş” denir. Kaşgarlı, bununla ilgili bir atasözü kaydetmektedir: “Yüfüşlüğ kelin küzegü (güveyi/damat) yafaş bulur= Armağanlı gelin güveyiyi yavaş bulur.” Gelin, akrabalarının verdiği armağanlarla armağanlanmış olursa, güveyiyi yumuşak huylu ve ağırbaşlı bulur. Çünkü güveyi onu zengin bulmuştur. Bu yüzden memnun olur ve ona saygı gösterir. Başka bir atasözünde de “Kizlençü kelinde” sözüdür. Yani “gizli şey gelinde bulunur, çünkü gelin iyi şeyleri kocasına saklarmış.” (s.57)
“Tüngür/dünür” kelimesi kadının babası, anası, kardeşleri gibi kimseleri ifade etmektedir. Bu atasözü şöyledir: “Kadaş (kardaş/karındaş) temiş kaymaduk, kazın demiş kaymış”, yani “kardeş demiş dönüp bakmamış, tınmamış; kayın demiş, iltifat etmiş.” (s.76)
Kaşgarlı’nın beylerin birbirleri ile düşman olmalarından, vuruşmalarından, çarpışmalarından, sancışmalarından ve birinin ötekini yenmesinden, birbirlerine pusu kurmalarından ve birbirlerini kovmalarından bahsetmesi, beylerin karşılıklı ilişkilerinin mahiyetini ortaya koymaktadır. Şüphesiz bu gibi hallerde en çok zarar gören halktır. Kaşgarlı’nın “iki boğa çarpışır, arada gök sinek ezilir” şeklinde bir atasözü kaydederek “bu söz, iki beyin çarpışmasından arada zayıfların ezilmesi üzerine söylenir” demesi de bu durumu ifade etmektedir. (s.93-94)
Türklerin parolaya “im” dedikleri anlaşılıyor. Başbuğun askerler arasına genellikle silah veya kuş adlarından birini parola olarak koyması herhalde Türklerde âdet idi. Kaşgarlı parolanın birbirleri ile karşılaşan iki birliğin tanışıp çarpışmamaları için konulduğunu bildirmektedir. “İm bilse er ölmes”, yani “parola bilen er ölmez” şeklindeki bir atasözünü kaydedişi, parolanın önemini ve Türklerce eskiden beri bu usulün kullanıldığını göstermektedir. (s.96)
Efendi-köle (kul) ilişkilerinin mahiyetini anlatan atasözüne göre “kul yağı, it böri”dir. Yani “kul, efendisinin malını eline geçirdiğinde onu bitirir, fırsat gözler, düşman gibi davranır. Köpek de bulunduğu ev için bir kurt gibidir, çünkü yiyecek bir şey bulduğu zaman hiç çekinmeden yer.” Kaşgarlı’ya göre bu söz kölenin sahibine karşı sevgisi olmadığını göstermek için söylenir. (s.71)
Kaşgarlı, birisinin konuğu evinde gecelettiğinden, yani gece misafir ettiğinden, hatta birisinin de bir başkasını evinde kışlattığından, yani bütün bir kış boyunca misafir ettiğinden bahsetmektedir. Bu hususta onların gelip geçen yolcuları da ağırladıklarını görüyoruz. Onlar yolcuları diğer konuklardan ayırt ediyorlar ve ilkine “elkin” diyorlardı. Mesela bir dörtlükte: “Sana konuk gelse onu indir, yorgunluğu dinsin, arpayı samanı yaklaştır atı dinlensin” denilmektedir. Bazı Türk elleri ise eve gelen konuğa “uma” diyorlardı. Bu kelime dolayısıyla kaydedilen “uma gelse kut (uğur) gelir” şeklindeki atasözü, Türklerin misafir ağırlamayı sevdikten başka, bunu uğurlu saydıklarını da göstermektedir ki, çok dikkate değer. (s.111)
Kaşgarlı’nın, Umay hakkında verdiği izahattan Eski Türk Dini’nin bu tanrıçası hakkında bazı izlerin İslami dönemde de devam ettiği anlaşılmaktadır. Atasözünde “Umayka tapınsa oğlu bolur”, yani “birisi buna hizmet ederse oğlu olur. Kadınlar bunu uğurlu sayarlar.” Umay, çocukları ve hayvan yavrularını koruyan tanrıçadır. XI.yüzyıl sonlarında Müslüman Türklerde ve özellikle kadınlar arasında Umay kültü ile ilgili bazı geleneklerin yaşadığı anlaşılmaktadır. (s.122)
Divan’da Türklerin ay ve güneşle ilgili bazı inanışlarından da bahsedilmiştir ki, kanaatimizce bunlar eski Şamanist inanışlarla ilgilidir. Bu cümleden olarak, “ay ağıllandığı zaman yağmur yağacak” diye onlar bunu uğur sayıyorlardı. Diğer taraftan akşam üzeri güneş indikten sonraki bulut kızarıklığına Türkler “bulıt örtendi (yandı)” diyorlar ve bunu da uğur sayıyorlardı. Bunun aksine sabah güneşi doğarken ki bulut kızıllığını da uğursuzluk sayarlardı. Kaşgarlı’nın bu vesileyle kaydettiği bir atasözü çok ilgi çekicidir: “Tünle bulıt örtense emlük urı keldürmişçe bolur./ Tanğda bulıt örtense ewge yagı kirmişçe bolur. Akşamleyin bulut kızarırsa kadın, erkek çocuk doğurmuş gibi olur. Tan vakti bulut kızarırsa, eve düşman girmiş gibi olur. (s.127-128)
Türkler XI.yüzyılda ateş yakmak için olduğu gibi, kandil ve mumu yakmak için de çakmak kullanıyorlardı. Kaşgarlı’nın “ateş çıkarmak için çelikten yapılan alet” deyişine bakılırsa, çakmak ile daha yakın zamanlara kadar köylülerimizin kullandığı çakmak arasında hiçbir fark olmadığı anlaşılmaktadır. Bu çelik parçasının çakmak taşına vurulması suretiyle elde edilen kıvılcımdan ateş temin etmek ise, söz konusu yüzyılda yine meşhur kav ile oluyor ve aynı adla (kav) biliniyordu. Öte taraftan çakmak ve kavın Türklerde Göktürkler çağından beri tanındığı ve kemere takılan bir çantada taşındığı bilinmektedir. Divan’da çakmak çakmada yardımlaşmadan söz edilmesi ve hatta “çaksa tütnür çalsa bilnür= çakmak çakılsa duman tüter, söz kulağa çalınsa bilinir.” atasözü, bu aletin günlük hayatta oldukça önemli bir yer işgal ettiğini göstermektedir. (s.212)
Türkler çok kullanılan işlek yola “ertik” diyorlardı. Bu yollar üzerine gidiş istikametini göstermek için “ula” denilen işaret taşları ve benzer şeyler dikiyorlardı. Öyle ki, “ula bolsa yol azmas, bilig bolsa söz yazmas= işaret olursa yol şaşırılmaz, bilgi olsa söz başıboş kalmaz” atasözü, bu yol işareti âdetinin eskiliğini ifade etmektedir. Bu durum Türk kültür ve medeniyetinin yüksekliğinin bir delilidir. Yollar üzerinde icap eden yerlere “köprüğ (köprü)” yapıyorlardı. “Coşkun ırmak geçitsiz olmaz” sözünden anlaşılacağı üzere, coşkun ırmaklardan geçmek icap ettiği zaman, elverişli, sığ geçitlerden geçiyorlar veya kayık ve sal gibi vasıtalardan faydalanıyorlardı. (s.261)
Nakil ve ulaşımda Türklerin ırmak, göl ve kısmen denizden de istifade ettikleri anlaşılıyor. “Dağ kementle eğilmez, deniz kayıkla geçilmez” anlamında bir atasözünün kaydedilişi de denizde daha büyük vasıtaların kullanıldığını ifade etmektedir. (s.263)
Türkler tazıya (av köpeği/iti) taygan diyorlardı. Taygan ile özellikle tilki ve tavşan avlanıldığı anlaşılmaktadır. Kaşgarlı, bununla ilgili olarak bir de atasözü kaydetmektedir. “Tayganın yüğrüğünü tilki sevmez”. (s.340)
Kaşgarlı’nın, en ayrıntılı olarak anlattığı tuzak, “saçratgu” denilen bir kuş tuzağıdır. Bununla ilgili bir de atasözü kaydetmektedir: “Saçratgu”dan korkmuş kuş, kırk yıl çatallı ağaç üzerine konmaz.” (s.341)
Haftaya devam…