Geçen haftaki yazımı; “Bu devlet, akılla kuruldu ve akılla yönetilmelidir” diye bitirmiştim. Gerçekten de Atatürk döneminde yürütülen politikalar aynen sürdürülmüş olsaydı; inanıyorum ki ülkemiz, bugün çok iyi yerlerde olacaktı.
Atatürk’ün politikalarını bir yana koyup son bir haftadır yaşananlara geçelim. Siz de görüyorsunuzdur; akılla izah edilecek tarafı var mı? Bazıları “gündem değiştirme amaçlı” diyorlar ama hiç de öyle değil. Maalesef, bizler yetişemiyoruz. Ana sorunlarımızı gözden kaçırmak için sunî ya da tali tartışmalar oluşturuyorlar; yazık!..
Keşke asıl sorunlara eğilseler de yardımcı olsak. Ama “Bir taşla bir çok kuş vurmak” istiyorlar: Hem dışarıya şirin görünüyorlar hem gündemi değiştiriyorlar hem de zihinlerindekileri / kafalarının arkasındakileri gerçekleştiriyorlar.
Andımız
Dikkat ettiyseniz, mahkeme ilâmlarının hepsinde karardan önce “Türk Milleti adına” başlığı vardır. Bu başlık; mahkemelerin bağımsız olduğunun, hiçbir kişi ya da zümre adına değil “Türk Milleti adına” karar verdiğini gösterir. Bir yüksek mahkeme olan Danıştay; “Andımızın kaldırılması”, devlet madalyalarından “Atatürk kabartmasının silinmesi” kararını alabiliyor!.. “Türk Milleti adına” olmadığı belli de hangi akla hizmet ediyorlar, anlamakta zorluk çekiyorum? Hiçbir gerekçe, bu kararı haklı gösteremez ve hoş karşılanamaz.
Yıllardır andımıza, Atatürk’e, cumhuriyet ilkelerine karşı olanları biliyoruz: ABD, bazı Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ve bunların sözcüsü kişi ve kuruluşlar karşıydılar. İktidarlara değiştirilmesi / ortadan kaldırılması için telkinde bulunuyorlardı. Tüm değerlerimizi kaldırttırmak, mümkün değilse basitleştirmek, yozlaştırmak, sıradanlaştırmak istiyorlardı.
Aslında fazla yadırgamamak lâzım. Aynı çabaları yurt içinde gösterenler de vardı: Yabancıların kurdurdukları vakıf, dernek ve benzeri STK’ların yanında “Siyasal İslâmcılar” da… Onlar da tarih bilmediklerinden, öngörüsüzlüklerinden, ideolojik saplantılarından, kin ve nefretlerinden dolayı kaldırılmasını istiyorlardı.
Davaları, “İslâm davası”ymış, sadece “İstiklâl Marşımız yeter" gibi savunmalara bakmayın... Bu ifadelerin hiçbiri doğru değil; yıllardır yaptıkları icraatları biliyoruz. Bazıları da “tivit atarak” işi geçiştiriyor.
Gördünüz mü? Bazı konularda ayrı düşseler de aynı görüşten gelen, aynı zihniyeti taşıyan diğer 2-3 parti de andımıza karşılarmış; kaldırılması taraftarıymışlar. Nasıl anlaşıyorlar; 5N1K sorusu?..
Yeter artık! Milleti aptal yerine koymaktan vazgeçin; her şey ayan-beyan ortada… Belki yanınızdakileri inandırabilirsiniz ama bizler, her şeyin farkındayız.
Türk’e düşmanlık
Gerektiğinde “Türkler, İslâm’ın bayraktarlığını yaptılar” demeyi biliyorsunuz. Fayda umduğunuz yerlerde “Türk” sözünü kullanıyorsunuz. Ama Türklük ya da Türkler olmazsa "zararı en çok kimler görür" düşünmüyorsunuz!.. Başta Türk dünyası olmak üzere İslâm dünyası ve bütün mazlum milletler zarar görecektir. Araplar mı, Farslar mı bayraktarlık yapacaklar? Tarihte görülmüş mü veya şimdi mümkün mü? Neden haçlılarla aynı zihniyette buluşuluyor? Onların ortak paydası “Türk düşmanlığı” değil mi?
Müslümanları kandırmak için “Türklüğü” ırkçılık gibi göstermeye çabalamayın. Andımız’ı; ırkçılığın ve faşistliğin bir tezahürü gibi gösterip suçlayanlar, önce aynaya bakmalılar. MEB ve bakan; böyle bir savunmayı nasıl imzalamış, yakıştıramadım. Eğer Türkler ırkçı olsalardı; ne sizler ne de makamlarınız olurdu!..
Eğitimden ve bilimsellikten uzak düz mantıkla yaptıkları savunmaların da tutar bir tarafı yoktur. Neymiş? “Türk’üm” demekle “Türk olunmaz”mış. Aynı mantıkla düşünürsek “Müslümanım” demekle ya da “Kelime-i Şehadet” getirmekle de “Müslüman olunmaz”. Hoş, ne kadar “takvalı Müslüman” olduklarını da gördük ya!..
Andımız; çocuklarımızda / gençlerimizde “millî şuur” oluşturur, Türklük bilinciyle yetişmelerine katkı sağlar, özgüvenlerini, moral ve motivasyonlarını artırır; geleceğe güvenle ve ümitle baktırır. Zamanla ve bilinçlendikçe “Türk” olmanın hazzını duyar.
Andımız; çocuklarımıza / gençlerimize “millet olma ruhunu” aşılar. Mensubu oldukları millete, ülkeye ve devlete bağlılıklarını artırır. "Türk Milleti”nin birlik ve bütünlüğüne katkı sağlar. Ayrıştırmaya yönelik laflara ve çabalara inanmaz; güler geçer.
Anayasamız; üst kimliğimiz olan “Türk kimliği” altında özgür birey ve bilinçli vatandaş yetiştirilmesini istiyor. Tüm uygar devletlerin yaptığı gibi…
İstiklâl Marşımız ve Mehmet Akif
Andımız yerine “İstiklal Marşı”mızı öne sürmelerinden rahatsız olmam. Ancak, küçük yaştakiler “İstiklâl Marşı”mızı anlayamazlar. Eğer her yaştakiler her şeyi anlayabilselerdi; eğitimde yaş grupları veya sınıflar oluşturmaya gerek kalmazdı. Onun için küçüklere “Andımız”ı daha uygun bulurum. Gençlik yaşlarına doğru, aldıkları eğitimin de desteğiyle “İstiklâl Marşı”mızı da Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”sini de daha iyi anlayacaklardır.
Yazının burasında biraz eskilere gideceğim: Bu Siyasal İslâmcılar, İstiklâl Marşı’na da kızarlardı. Geçmişte aleyhte az mı yazıp çizdiler.
İstiklal Marşı’nda; (Kıt’a:2/2) “Kahraman ırkıma bir gül!..” ya da (Kıt’a:10/3) “Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl” ifadelerinde neden “ırk” sözcüğünü kullanmış, neden “Türk ırkı”nı öne çıkarıyormuş!..
Yine, “Çanakkale Şehitleri”ne şiirinde, Çanakkale’de savaşan Türk askeri ile “Bedrin aslanları bu kadar şanlı idi” yazıp peygamberin askerlerini bir (eşit) tutmuş; mümkün müymüş!..
Diğer yandan; Mehmet Akif, II. Abdülhamid’i sevmezdi: O yüzden de çok kızarlardı. Ayrıca, başından itibaren “Milli Mücadele”ye katılarak cephe cephe dolaşıp Türk askerine moral verdiği için de…
Mehmet Akif; ne Kur’an’ı ne de Kur’an’daki ifadeleri, onlar gibi algılamıyordu. Milli mücadeleye dönük şiirlerin yanında Osmanlı’nın Türk toplumunu içine düşürdüğü açlığa, sefalete dönük sosyal sıkıntıları da dile getiriyordu.
Şimdi şiirlerinden işlerine gelenleri okuduklarına bakmayın Mehmet Akif’i de sevmediler ve hazmedemediler.
Bazı gruplar, her yıl Çanakkale Savaşları’nın yıldönümünde, erzak yetersizliği sebebiyle askerlerimizin yediği yemek listesinden bahseder, aynı çorbayı hazırlatarak çeşitli stantlarda dağıtıp güya (!) anarlar. Nasıl ve hangi şartlar altında bu mücadelenin verildiğini anlatmak isterler. Oysa bu durumun bir de öbür tarafı var: Askerlerimize bu çorbanın çıkarılmasına sebep olanlar, o günkü padişah ve yöneticiler değil mi? Niye bu yönünü konuşmaz veya eleştirmezler?
Akif; şiirlerinde daha çok yurttan, vatandan, topraktan bahseder. Siyasal İslamcılar içinse yurt, vatan, toprak önemli değildir; onlar için “seccadelerini serdikleri her yer vatandır”.
Bunları hep üzülerek yazıyorum: Kur’an sure ve ayetlerini bile işlerine geldiği şekilde kullanmakta beis görmüyorlar. Mesela; 26 Şubat’ta okuttukları Cuma hutbesi gibi: “Zor zamanlarda maneviyatımızdan destek almak”. Diyanet’e ne diyelim? Sadece şu atasözümüzle yetinelim: “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı”.
Prof.Dr. Muharrem Ergin; “Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri” adlı kitabında: “Türk Milleti tarihin yalnız kavmidir… Türk Milleti iyilikte de dünyanın yalnız kavmidir…” der.