Kültürü meydana getiren öğelerden biri dindir; ancak tek başına yeterli değildir. Millet olabilmek için dil, tarih, gelenek ve görenekler, sanat, dünya görüşü gibi öğelerin de olması gerekmektedir. Mesela; dilini kaybeden milletler, kimliğini de kaybederler.
Milletler ve fertler; kabullendikleri kültürden ve yaşadıkları ortamdan etkilenirler ve bu karakterlerine de yansır. Milletlerin ahlâkî değerleri bile farklılıklar gösterir. Bu durum, dini anlayışlarına da etki eder. Onun için milletler birbirlerine benzemezler.
Araplar
Türkler de Araplar da birbirlerinden o kadar farklı milletler ki, yazmaya sayfalar yetmez. İslâm’ın başlangıcı Arabistan olduğu için Araplarla olan farkımızı öne çıkarıyorum. (Son yıllarda Türklüğe düşmanlık yapılırken, Arap sevicileri arttı.) Yoksa Farslar (İranlılar) gibi diğer milletlerle de farklarımız bulunmaktadır. Aynı soydan olup dünyanın farklı bölgelerinde devlet kuran ve oralarda kalan Türklerle de -az da olsa- farklılıklarımız vardır.
Devletlerin dini olmaz, o devlette yaşayan halkın dini / dinleri olur. Devlet yöneticilerinin Müslüman olması, o devletin İslâm devleti olduğunu göstermediği gibi; yöneticilerinin Müslüman olmaması halkının Müslüman olmadığı anlamına da gelmez.
Ancak, özellikle orta-doğu toplumlarındaki sıkıntı / sorun / problem Müslüman olup olmamaktan daha çok; dünyanın geçirdiği değişime ayak uyduramamak, kendilerini yenileyememektir. Aslında, bu durum yöneticilerin de işine geliyor: Çünkü onlar; halkın veya kişilerin kendilerine biat etmelerini, itaat etmelerini, yakınlarında bulunanların da sadakat göstermelerini bekliyorlar; icraatlarıyla ilgili hiçbir şeyin araştırılmasını, soruşturulmasını, sorgulanmasını istemiyorlar. Ellerindeki gücü, halkından daha çok kendi çıkarları için kullanıyorlar.
Bugün dünyada, halkının çoğunluğu Müslüman olan ve İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT)’na üye 57 devlet var. Bunların ilişkileri ve birliktelikleri, zannedilmesin ki İslâm kardeşliği veya ümmet birliği düşüncesiyledir. Sadece şartların ve konjonktürün sonucudur. Teşkilata üye devletlerin; bugün iş birliği içinde oldukları devletlere bakarsak, bunu rahatlıkla anlarız. “Kimin eli kimin cebinde!”
Doğu toplumlarında bugün de değişen fazla bir şey yok; zihniyet aynı.
Bu yazımda, geçen haftaki yazımın devamı olarak vaazlar da sıklıkla anlatılan bazı konulara değineceğim.
Kız çocuklarının gömülmesi
Türk kızları; bozkırlarda (steplerde) erkekler gibi serbest dolaşıyor, ata biniyor, ok atıyor, yarışa katılıyor, tepük (bir çeşit futbol) oynuyor, erkeklerle güreşe tutuşuyor; hatta eşini kendisi seçebiliyordu. Çünkü töre böyleydi ve kızlar / kadınlar güven içindeydi.
Arap toplumunda ise; kız çocuğu olan baba, utanıyor, sıkılıyor, yüzü kapkara oluyor, kızı hakkında vereceği kararı düşünüyordu (Kur’an’da Nahl, 16/58-59 ve Zuhruf, 43/17-18.ayetlerde anlatılır).
Arap kadınları; hür ve cariye olarak iki gruptu. Sosyal hayatta bir değerleri yoktu. Zengin ve güçlü ailelerin kızları hür sayılsa da ve çölde yaşayan kadınlar daha rahat olsalar da can güvenlikleri yoktu. Sadece alınıp satılan bir mal / meta ve cinsel obje olarak görülüyorlardı. (Konya’da 30/10 - 01/11/1998 tarihleri arasında yapılan I.Ulusal Kadın ve Aile Sempozyumu’na sunulan tebliğin, Doç. Dr. Ramazan Altıntaş tarafından ‘Cahiliye Arap Toplumunda Kadın’ başlığı ile Diyanet Dergisi’nde yayınlanan makaleyi internetten okumanızı tavsiye ederim.)
Arap kadınlarının insan olduğu, İslâmiyet’in gelişiyle kabul edilse de bu anlayış tam olarak yerleşememiştir. İslâmiyet’i kabulümüzle birlikte bu kültür, maalesef Türklere de sirayet etmiştir: Bugün bile güney-doğuda tesirlerini görebilirsiniz.
Cahiliye döneminde yaşananlara örnek olarak anlatılan “Kız çocuklarının diri diri gömülmesi” konusuna, hep şüpheyle bakmış ve sorgulamışımdır. Kızı olduğu için bir babanın böyle bir cinayeti işlemesi, “ayıplanacağı endişesiyle” anlatılamaz. Fıtrat (yaradılış) gereği neslin devamı için taraflardan biri olan kızın / kadının ortadan kaldırılması düşüncesi mümkün mü? Sanmıyorum. Mutlaka arka planda başka bir endişenin olması gerekiyor.
Birkaç örnek var, desek bile genelleme yapamayız. Herhalde tüm Araplar, kız çocuklarını gömmüyorlardır!.. Zaten din görevlileri de vaazlarında örnek vermiyorlar, sadece söyleyip geçiyorlar. Veya veriyorlar da ben mi duymadım!..
Eğer her Arap erkeği kız çocuğunu öldürmüş olsa, Araplar kimle evleniyorlardı veya evlenecek kızları başka yerlerden mi buluyorlardı? Diğer yandan; Mekke’nin ileri gelen tanınmış, güçlü kişileri kızlarını gömmüş müdür? Mesela; Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Ebu Cehil gibi… Veya peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib gibi… Ben böyle bir bilgi şimdiye kadar okumadım; olduğunu da sanmıyorum.
Bence; bu meselenin bir arka planı var: Cahiliye Araplarının yaşayışından, babanın kendi durumundan ve kızının geleceğinden kaynaklanan bir mesele var. Bunu yapsa yapsa, kız çocuğunun kötü yola düşürülmesinden endişe eden birkaç garip, maddi durumu iyi olmayan, tefecilerin elinde çaresiz kalan baba yapmış olabilir.
Bu konuyu daha iyi anlamak için Hz.Muhammed’in gençlik yıllarında (peygamber olmadan önce) gönüllü olarak üye olduğu “Hilfü’l-Fudûl Örgütü”nün kuruluş sebeplerinde aramak gerekiyor. Bugünlerde evdeyiz, zamanımız çok; hem bu örgütle ilgili yazıları hem de yukarıdaki makaleyi okumanızı tavsiye ederim.
Çok evlilik
Nisa Suresi’ni biliyorsunuzdur. Kur’an’da dördüncü sure görülüyorsa da iniş sırasına göre 92.suredir. İlk okuduğumda çok garibime giden 22.ayetten bahsedeceğim: “Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın nikahladığı kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir edepsizliktir, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.” Demek ki Araplar, İslâm öncesi üvey anneleri ile bile evleniyorlarmış.
Surenin 3.ayetinde ise; “Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan cariye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” demektedir.
Araplarda, İslâm öncesi çok evlilik vardır: Cariyeleri hariç 10’larca, 100’lerce eş alan zengin Arap erkekleri bulunmaktadır. Okuduğum kadarıyla İslâm sonrası da pek değişmemiş, emre uyulmamış!..
Arap erkekleri; sanki değiş-tokuş yapar gibi hep birbirlerinin kızlarını, eşlerini (karılarını) almışlar.
Zaten, alimlerce çok tartışılan ve çözülememiş birkaç konu var: Çok evlilik, kölelik ve cariyelik, sarhoşluk veren içkiler, kadının miras hakkı gibi…
Türklerde ise hakanlar, hükümdarlar hariç halk genelde tek eşlidir. Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyetin ilk yıllarında savaşlar nedeniyle erkek nüfus çok azaldığından farklı bir durum görülür.
Bu haftaki yazıyı bir kitapta okuduğum şu pasajla bitireyim: “Peygamberimizin babası Abdullah ile annesi Amine evlendikleri zaman, Arap töresine göre evliliğin ilk üç gününde Amine’nin evinde kalmışlardır.”
Biz de gelin erkek evine gelir; nadir olarak tersi görülse bile “içgüveysi mi oldun?” diye damat alay konusu olur.