Bilgisayar teknolojisinden, tamirinden, bakımından anlamam; program da yazamam. Ama teknolojik ve elektronik aletleri kullanmaya çalışır, öğrenebildiğim kadarıyla yararlanırım. Mesela bu yazıyı, bilgisayarımda yazıyorum; düzeltmeleri yazı üzerinde yapıyor, koyulaştırıyor, renklendiriyor, canım sıkılırsa cümleyi tamamen siliyor veya yeni cümle ilave ediyorum. Ne eski, yıpranmış veya tek tarafı kullanılmış bir kâğıda elle karalıyorum ne de “müsvedde” hazırlıyorum; daktiloda da yazmıyorum.
Eskiden olduğu gibi hesap yaparken veya Bakanlık (daire) bütçesini hazırlarken; sayıları alt alta yazıp toplamıyorum ya da çevirmeli hesap makinası ile “takur-tukur” toplama yapmıyorum. Elektronik hesap makinalarında topluyorum. Hatta “excel”de hazır cetvel üzerinde harcama kalemlerine göre karşısına rakamları yazıyorum, kendisi topluyor.
Evet, teknoloji hayatımızı kolaylaştırdı, ama sorunları da beraberinde getirdi. Teknolojinin sosyal hayatımızda açtığı zararları tartışacak değilim. Sadece şu kadarını söylemek istiyorum: Bizim nesil (jenerasyon) ki, 1950-1960 doğumlular arası diyebilirim veya 1945 doğumluları da katabiliriz; Türkiye’nin her dönemini yaşayarak geldik. Şanslı mıyız, değil miyiz? Cevabı zor bir soru!..
Aslında teknolojiden yararlanıp iş ve hizmetleri hızlandıralım derken; alt yapıyı doğru oluşturamadığımız için devlet kurumlarının işleyişini, düzenini, disiplinini bozduk. Daha da ötesi devletin arşivini, hafızasını kaybettik, bitirdik, yok ettik. Bakanlığa her uğradığımda, geçmişe yönelik arkadaşların sordukları sorulardan bunu fark ediyorum. Geriye dönük bir yazı veya tarihçe hazırlanması gerektiğinde; bürokraside görev alanların ya da yeni memurların faydalanacakları, eskiden yazılmış yazı, rapor, doküman, kitap gibi herhangi bir belgeyi bulamamaktadırlar. Çünkü kurum ve kuruluşlarda arşiv yok; kalmadı, bırakmadılar. Bakanlığın bugün yazışmalarda kullandığı DYS’nin kodlama uygulaması, özellikle alt kodlama uygulaması yetersizdir. Daha önce yazılan benzer konudaki yazıları bulmak zor olmakta, hatta bulunamamaktadır. Dolayısıyla önceki cevaplardan habersiz, bağlantı kurulmadan yeni yazılar hazırlanmakta, yazışmaların bütünlüğü bozulmaktadır: Yani “dosya oluşturma” işlemi tamamlanamamaktadır. Bu durumun yaratacağı hukuki sıkıntılar da cabası!..
Bakanlıkta çok fazla yer değişikliği yaşamadım. 6 Eylül 1974 tarihinde “Mesleki ve Teknik Öğretim Muamelat Müdürlüğü”nde göreve başladım. Bu müdürlüğün adı daha sonra “Mesleki ve Teknik Öğretim İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı” oldu. 1984 yılında “Özal İktidarı”nda Bakanlık Merkez Teşkilatı’nda yapılanma oldu ve dairemiz kapatıldı. 208 sayılı KHK’nin 31.maddesi ile “İşletmeler Dairesi Başkanlığı” kuruldu. Kadro sebebiyle kısa süreli bir “Ortaöğretim Genel Müdürlüğü” serüvenimden sonra, Müsteşarlık emri ile “İşletmeler Dairesi Başkanlığı”na şube müdürü olarak 24/09/1984 tarihinde görevlendirildim, 01/05/1985 tarihinde de kararname ile atandım. “İşletme-Muhasebe Bölümü” mezunu olmam ve daha önce yaptığım görevler sebebiyle bu nakil işlemi kendi isteğimle gerçekleşti. Bu dairede 6 yıl kadar hizmet yaptım: Dairenin teşkilatlanmasında çok emeğim oldu.
23/10/1989 tarihinde 179 sayılı KHK’ye 385 sayılı KHK ile eklenen 13/A maddesi ile “Öğretmen Eğitimi Genel Müdürlüğü” kuruldu. Genel Müdürlüğün teşkilatlanması ve organizasyonu için yetkilendirilen Daire Başkanı Abdullah Mert (daha önce Mesleki ve Teknik Öğretim İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı’nda başkan yardımcımdı)’in teklifi üzerine 19 Nisan 1990 tarihinde bu genel müdürlüğe şube müdürü olarak geçtim.
Genel müdürlüğe geçtiğimde, “Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğü” bünyesinde bulunan “Yükseköğrenim Burslar Şubesi”, şef kadrosunda iki personel dahil tüm iş ve işlemleri ile “Öğretmen Eğitimi Genel Müdürlüğü”ne devredilmişti, ancak henüz şube müdürü görevlendirilmemişti; bu şubenin müdürlüğüne getirildim.
1990’lı yıllarda Bakanlıkta yeni yeni bilgisayar kullanılmaya başlanmıştı. Hatta genel müdürlükte ilk bilgisayar şubemizde kullanılmaya başlandı. Çünkü şubemizin işini, ancak bilgisayar yardımı ile yürütebilirdik. Bakanlık tarafından açılan “Bilgisayar kullanım kursları”na gittik. Tabii yazılım konusu çok ayrıydı. “Program yazılımı” için görevlendirilen Öğretmen Refik Veyisoğlu isimli arkadaşımızla ortaklaşa çalışma yaptık. Ben; “hangi bilgilerin / girdilerin girilmesi ve istendiğinde hangi çıktıların / verilerin alınması gerektiğini” anlatıyor, Sayın Veyisoğlu da notlarını alıyor ve ona göre yazılımı hazırlıyordu. Çok küçük eksikler dışında güzel, kullanışlı bir program yapmıştık. Burs vereceğimiz öğrencilerin, sadece kimlik bilgileri girilmiyordu, öğrencilere ödeme yapabilmek için bordroların da dökülmesi gerekiyordu. Bu bordroları hem okudukları üniversitelere hem de fakültelerin / yüksekokulların bulunduğu il / ilçe milli eğitim müdürlüklerine gönderiyorduk. Ödenekler de ayrıca gidiyordu. Şubemizde işler yoğun olduğundan zaman içinde personel sayımız da artmıştı.
Bu Genel Müdürlükte ve şubede neler yaptığımı, daha önce 22/06/2019 tarihli “Burs Meselesi” başlıklı yazımda anlatmıştım, tekrarlamayacağım. Yalnız şu kadarını söyleyeyim: Her görev yaptığım yerde olduğu gibi burada da sorumluluklarımı layıkıyla ve istekle yerine getirdim. Bu şubenin iş takipçilerinin büyük çoğunluğu üniversite (öğretmenlik alanları)’yi yeni kazanmış gençlerdi. Özellikle Ankara’daki üniversitelerin öğretmenlik bölümlerini kazanan gençlerin çoğunluğu taşradan gelenlerdi. Gençlerin; “burs çıkıp çıkmadığını sormak için” odama girişlerini, kendilerini ifade edişlerini, hal ve davranışlarını gözlemliyordum.
Onları gördükçe Ankara’ya ilk geldiğim günler, okula başlamam ve okulda yaşadığım zorluklar, arkadaşlarla kaynaşmam gözümün önüne geliyordu. Onların ne duygular içinde olduklarını tahmin ediyordum. Bu yüzden; iş takibi için odama gelen kız/erkek her öğrenciyi, anne/babalarını veya diğerlerini oturtuyor, rahat olmalarını sağlıyor, duruma göre çaylarını içiriyor, sorularını dinliyor ve cevaplarını verip gönderiyordum. Hatta farklı sorunlarını da dinliyor, çözüm için yol gösteriyordum.
Görevim esnasında vatandaşlarımıza en güzel şekilde hizmet ettiğimi düşünüyorum. Kimseyi kırmamaya çalıştım. İş takipçileri yanımdan ayrılırken -işinin olup olmaması yönünden değil- mutlu ve huzurlu bir şekilde ve Devletimin güler yüzünü görerek ayrılsın istiyordum. Hangi personelle çalıştıysam, onlara da hep şunu söylüyordum: “Bizler devlet memuruyuz ve burada devletimizi temsil ediyoruz. Devletimiz bizi bu masalara oturtmuş ki vatandaşlara hizmet etsinler diye… Hiç kimseye surat asmayacaksınız, kimseyi kırmayacaksınız, onlara güven vereceksiniz. Mevzuat çerçevesinde sorusunu cevaplayacak, açıklamayı yapacaksınız, öğrenmiş olarak ayrılacak. İşi olmasa veya isteği yerine gelmemiş olsa bile buradan inanmış olarak ayrılacak”.
Bu şubede çalıştığım süreçte iş takipçileri ile çok güzel hatıralarım oldu. Tabii ki üzüldüğüm anlar da vardır. 11 yıl kadar görev yaptıktan sonra 2001 yılı Temmuz ayında sendikacılık yapmak üzere ayrıldım. 2009 Eylül’ünde kadromun bulunduğu aynı genel müdürlüğe tekrar döndüm, başka şubede görevlendirildim.
Hani, politikacıların kullandığı bir söz vardır: “Halka hizmet, Hakk’a hizmettir” (Ne derece halka hizmet ediyorlar, tartışılır!) diye... Yunus Emre’nin: “Yaradılan’ı severim, Yaradan’dan ötürü” dediği gibi, insanları çok seviyorum. Dolayısıyla onlara hizmet etmeyi ve sorunlarına yardımcı olmayı da seviyorum. Ama, ilkelerimden taviz vermeden!..