Bu yazı, geçen haftaki yazımın devamıdır. Başlık sizleri şaşırtmasın; birlikte beyin jimnastiği yapacağız. “Böyle bir soruyu nereden çıkarttın?” diyebilirsiniz. Üç defa Balkanları gezen biri olarak gördüklerimden ve gözlemlerimden çıkarttım.
Balkanlarda Müslüman nüfus çok azdır. Bugün Arnavutların yaklaşık %60’ı Müslümandır; biraz da Boşnaklar ve Hırvatlar… Ayrıca, Balkanlar fethedildikçe Anadolu’dan götürülen -bugün kendilerine “Evlad-ı Fatihan” dediğimiz- Türkler bulunmaktadır ama maalesef nüfusları çok azdır. Türkler; Kosova, Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerde yaşamaktadırlar. (Balkanlar tarihini okumanızı, hatta imkânı olanların gezmelerini tavsiye ederim.)
Osmanlı’nın son dönemlerinde, özellikle 1. ve 2.Balkan Savaşları’nda yaşananlar, gerçekten çok acı… Belki aklınıza, yenilgiler sebebiyle Anadolu’ya göç ettiler cevabı gelebilir, doğrudur. Ama Müslüman halkı Anadolu’ya sürenler de Osmanlı’nın hükmü altında yaşayan yerli halklardır. Bir terslik, bir zıtlık var!.. Kafamdaki tereddütler de buradan geliyor.
Konuya farklı açıdan bakarak, şunu sormak istiyorum: Eğer Osmanlı’nın İslâm’ı yaymak gibi bir görevi (misyonu) olsaydı, tâ Avrupa’nın ortalarına kadar giden Osmanlıların bu bölgelerin bütün milletlerini, halkını ya da topluluklarını Müslüman yapması gerekmez miydi?.. Veya bu halklar neden Müslüman olmadılar?..
Sorunun cevabını az-çok biliyorum ama cevaba geçmeden önce müsaadenizle 1980 yılında aldığım Yılmaz Öztuna’nın “Büyük Türkiye Tarihi” isimli 14 ciltlik kitabından bahsedeceğim. Yaklaşık 4-5 aydır bu kitapları okuyorum; gerçekten güzel, akıcı, kapsamlı, her cildi 500 sayfa civarında kitaplar… Tarihi roman okur gibiyim.
Tarihçimiz; sorunun cevabını, 9.cildin “cizye” başlıklı 86-88.sayfalarında vermiş; hatta sebeplerini / gerekçelerini de açıklamış. O nedenle kendi düşüncelerim yerine Öztuna’nın ifadelerini yazacağım.
Osmanlılar’da cizye vergisi
“Cizye”, Müslüman olmayanlardan alınan bir vergidir ve kişi başına hesap edildiği için “baş vergisi, kelle vergisi” de denmektedir. Padişah fermanıyla muaf tutulanlar hariç tüm Hıristiyanlardan -servetine göre- yıllık olarak alınmaktadır.
Yazar, bu İslâmî verginin mantığını şöyle açıklamaktadır: “Müslümanlar; kan, can ve servetleri bahâsına gayri Müslim tab’alarına asayiş temin etmekte, onların haklarını korumakta, düşmana karşı onların canlarını ve mallarını savunmaktadırlar. Gayri Müslimler askerlikle mükellef olmadıkları için bütün yükümlülük, Müslümanlara düşmektedir. Binaenaleyh her gayri Müslim’in buna karşılık bir vergi vermesi şarttır. On milyonlarca Hıristiyan Tab’ası olan Osmanlı devletinde böyle bir verginin ehemmiyeti üzerinde fazla söz söylemeye lüzum yoktur.
Bu vergi bütün İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlı devletinde de şöyle bir sosyal netice doğurmuştur: İslâm devletleri, hele bunların içinde en bol gayri Müslim tab’ası olan Osmanlı devleti, ihtidâ (dininden dönerek Müslüman olma)’yı, Müslüman dinine geçmeyi asla teşvik etmemiş, bu hususta hiçbir tedbir almamış, hele ferdi ihtidâlar dışında kitle halindeki İslâm’laşmayı kesin şekilde önlemiştir. Hıristiyan tebeasından hiçbir korkusu olmayan devlet, gelirinin azalacağından, ordusunu ayakta tutamayacağından daima korkmuştur.
Cizye’nin mikdarı, devletin mali siyasetine kalmış bir şeydir. Zaman zaman yükseltip alçaltılmış, asla kaldırılamayacak bir gelir olmuştur. 1856 fermanı ile güya kaldırılmış, fakat “cizye” yerine adı “bedel-i nakdî” olmuştur; Hıristiyanlar askere alınmadıkları için onlara “bedel” adıyle askerlikten muafiyet vergisi konulmuş, imparatorluğun sonuna kadar bu durum devam etmiştir. Devlet, Hıristiyan Tab’asının eline silah vermeyi tehlikeli saymıştır. Savaş usullerini bilen bir Hıristiyan kitlesi edinmek, devlet siyasetine aykırı sayılmıştır.
XIX.asırda ise, durum altüst olmuş, Hıristiyan Tab’asına hiç ehemmiyet vermiyen devlet, bu tab’asının dışarıdan kışkırtılmasıyla büyük belalara uğramıştır…”
Osmanlı Devleti zamanında Müslüman olanlar
Tarihçimiz, bu dönemde Müslüman olanları da şöyle açıklamaktadır (anlaşılır olması için metni maddeler haline getirdim): “Osmanlı döneminde kitle halinde Müslüman olanlar mahdut ve hemen hemen şunlardan ibarettir;
- Katolik ve Ortodoks Hıristiyan olan Arnavutların üçte ikisi XIV - XVI.asırlarda, bilhassa XV.asırda Müslüman olmuşlardır.
- XV.asırda Bosna-Hersek’te yaşayan Katolik veya -bazı Müslüman esaslar taşıyan- Bogomil mezheplerinden olan Hırvatlar’ın çoğu Müslüman olmuş, bunlara “Boşnak” denilmiştir. Boşnaklar, hele Arnavutlar derecesinde değillerdir. Bunlar, Ortodoks mezhebinden Müslümanlığa geçmişlerdir.
- Küçük bir Bulgar kitlesi Müslüman olmuş, bunlara da “Pomak” denilmiştir. Sayıları çok azdır.
- Girit’teki Ortodoks Rumlar’dan bir kitle, XVII.asırda Müslümanlaşmıştır. Bu kavimler Arnavutça, Hırvatça, Bulgarca konuşmaya devam etmişler, yalnız Girit Müslümanları, XX.asrın 2.çeyreğinde Yunanca’yı tamamen unutarak Türkçe konuşmaya başlamış, yani Türkleşmişlerdir.
Bu kitlevi ihtidâlar Divan-ı Hümayun’u hiç memnun etmemiş, vergi açığını nasıl kapayacağı hususunda düşünceye sevk etmiştir. Anadolu Rumları ve Ermenileri arasında kitlevi ihtidâlar olmamasına çok dikkat edilmiştir.
- Ortodoks Gürcüler arasındaki ihtidâlar da bu kavmin büyük çoğunluğu bugün de Ortodoks olmakla beraber, kitlevî sayılır. Mesela Batum bölgesinde (Acaristan) yaşayan Acarlar, tamamen Müslüman olmuşlardır (XV.asır ve sonrası). Fakat Müslüman Gürcüler, ekseriya Gürcistan’da kalmayarak -Acaristan hariç- Anadolu’ya gelmişlerdir.
- XVII.asırda Abhazistan da İslâmlaşmış sayılır. Abaza’ların çok büyük çoğunluğu Müslüman olmuştur. Bugün Sohumkal’a çevresinde yaşarlar ve çoğu da Anadolu’ya gelmiştir.
- Osmanlıların devlet siyaseti olarak yapmak istedikleri ve başardıkları tek kitlevî ihtidâ, Çerkesler’inkidir. XVIII.asrın sonlarında Rusya’nın Kuzey Kafkasya’ya müdahaleye başlaması, Bab-ı Ali’yi çok büyük ölçüde telaşlandırmıştır. Çerkesistan’da henüz putperest olan Çerkesler’i Müslümanlığa ve netice itibariyle devlete kazandırmak için Ferah Ali Paşa seçilmiştir. Bu fedakâr vezir, bir avuç adamıyla, uzun yıllar Anapa’da oturarak bütün Çerkesistan’ı çok zor şartlar altında ve çok büyük başarıyla Müslümanlaştırmıştır. Çok ilkel hayat yaşayan Çerkes kabilelerine hulûl için kullandığı metodlar, hârikulâdedir. Yeni İslam olmuşlara has bir ateşlilikle Çerkesler, kendilerinden bekleneni yapmış, Ruslar’a kan kusturmuşlardır. II.Ekatharina’nın Ortodoks misyonerleri, Çerkesler arasında az başarı kaydetmiştir. XIX.asırda Rus istilası karşısında Çerkesistan’dan büyük kitleler Anadolu’ya gelmiştir.
- Diğer Kuzey Kafkasya kavimleri de (Lezgiler, Osetler, Çeçenler, İnguşlar, Lazlar vs.) bu suretle İslâmlaştırılmıştır.
Kuzey Kafkasya’nın İslâm’laştırılması, bu ülkenin tamamen ayrı diller konuşan ve millet olmıyan yarım düzineden fazla kavimle meskûn olması yüzünden, Osmanlılar’ın ümid ettikleri seddi yeterli derecede meydana getirememiş, Ruslar, Kafkaslar’ı geçebilmiş, Güney Kafkasya’yı istilâ ettikleri gibi, zaman zaman Anadolu ve Güney Azerbaycan’a da akmışlardır.”
Tarihi olayları, mutlaka yaşandığı çağa ve zamana göre değerlendirmek gerekmektedir. Daha önce de belirttim: Osmanlı’yı ne övgülerle göğe çıkarırım ne de yergilerle yerin dibine batırırım. Tarihi çeşitli kaynaklardan okur ve objektif bakmaya çalışırım.
Takdiri sizlere bırakırken, Osmanlı’yı daha iyi anlamamız için bu soruları sorduğumu belirtmek isterim.