Türklerin anayurdunun Orta Asya olduğu hususunda herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Sadece bölgenin hudutları konusunda farklı düşünceler vardır. İran’ın kuzeydoğusunda kalan bölgeye Farslar (İranlılar) “Turan” demişlerdir. Bu bölgede yaşayan halklar da “Turan ırkı” diye tanımlanmıştır.
Yılmaz Öztuna: “Bu çağın antropolojik bakımdan karakteristik vasfı ise, Proto-Türkler’in gittikçe artan bir tempo ile Moğol kavmi ile kaynaşması, Moğol kanı almasıdır. İki ırktan bir birleşme olunca doğan çocuklar Türk vasfı gösteriyorlar ve muhtemelen Türkçe konuşuyorlar, Moğolluğu temsil ediyorlardı. Bunun sebebi de Türk kültürünün Moğol kültüründen çok üstün olması idi. Moğolların Türkleşmesi hadisesi zamanımıza kadar devam ettiği gibi tarih öncesi çağlarında da böyle olmasında şaşılacak hiçbir cihet yoktur.” (Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi, 1977, c.1)
Cengiz İmparatorluğu’nun çökmesi sonucu kurulan Altınordu, Çağatay, İlhanlı devletleri ile bunların dağılmasıyla ortaya çıkan çeşitli hanlıklar hep Cengizoğulları tarafından yönetilmiştir. Mesela; Anadolu Selçuklu Devleti İlhanlılara bağlıydı ve sultanların atamaları İlhanlı hükümdarı tarafından yapılmaktaydı. Kırım’ı yöneten hanlar da Cengiz soyundan idiler.
Ortak Kültür
Yılmaz Öztuna: “Türklerin, Moğollar ve Tunguz-Mançularla akrabalıkları tam bir ırk-dil birliği şeklinde kesin değildir. Daha ziyade yüzyıllarca devam eden müşterek tarihi hayat ve kültür alışverişi, daha doğrusu Türk kültürünün tesiri, dolayısıyla Türkçenin bu tesir altındaki kavimlere nüfuzu, Türkleri bazı ırklarla fevkalâde yaklaştırmıştır; bunların başında şüphesiz Moğollar gelir.”
Cengiz (Timuçin) Han’a ait rivayetler, babası Yesugey’i eski hanlar soyuna bağlamaktadır. Yesugey, Kabul Han'ın ikinci oğlu Bartan Bagatur’un oğludur. Yesukey’in nesline “Burcikin (Börçigin)” lakabı verilmiştir. Ebulgazi Bahadır Han’a göre “Burcikin”, gözü şehla demektir.
Fransız tarihçi Rene Grousset: “(Cengiz Han) 1206 ilkbaharında Onon Nehri kaynakları civarındaki büyük kurultayda, daha önce itaat altına alınmış bütün Türk ve Moğolları, yani bugünkü Dış Moğolistan’ın bütün göçebelerini toplamıştı. Bu münasebetle, Türk ve Moğol kabilelerinin heyeti umumiyesi tarafından yüce han, yani V. asırda Juan-juanlar tarafından kullanılıp ondan sonra birbiri ardından gelen Moğolistan hâkimlerine, VI. asır Tukyuları ve VIII. asır Uygurlarına geçmiş olan eski unvana göre ‘Gizli Tarih’in ifade ettiği şekilde Kağan yahut Kân ilan olundu.
Cengiz Han kendisini ‘bütün keçe çadırlar altında oturanların’ yüce hanı ilan ettirmekle, zaman zaman sıra ile Türklerin ecdadı tarafından (Hiyong-nular), sonra Moğolların ecdadı tarafından (Juan-juanlar ve Eftalitler), daha sonra yine Türkler (Tukyular ve Uygurlar) tarafından ele geçirilmiş olan bu eski imparatorluğun Moğollar lehine kat’i surette ihya edildiğini ilan etmekte idi. Bütün Moğollar gibi Türkler de böylece Moğol milleti içine alınmış bulunuyordu. Bundan böyle galipler ve mağluplar, ‘keçe çadır altında yaşayan bütün nesilleri’, Borçiginler gibi Keraitler ve Naymanlar da bu Moğol adı altında tanınacak ve bundan sonra bu adla övüneceklerdir.” (Stepler İmparatorluğu, Tercüme: Prof. Dr. Halil İnalcık, TTK yayını, 2011)
Bu devlette, orman kavmi olan Moğol ve Tunguz değil, Türk bozkır kültürü hâkimdir. Gök Tanrı’ya inanılmaktadır; aslında “Tanrı” sözü Moğollara Türklerden geçmiştir. “Atalar Kültü” dediğimiz, ataların yaşantılarına ve hatıralarına büyük saygı duyulmaktadır. Kamlar (şamanlar) Türklerde de vardır. Kamların (şamanların) ateş etrafında dans etmeleri ve kötü ruhları kovma anlayışları “ateş kültü”nün göstergesidir. 21 Mart Nevruz Bayramında ateşin üzerinden atlanması veya şu anda bile Anadolu’da köy düğünlerinde ateş etrafında “Sinsin oynanması”, ocağa tuz ya da kuru ot atılması, tütsü yapılması, hep bu kültürün çeşitlemeleridir. Kan içme, kan kardeşliği de ortak kültürle ilgilidir.
Efsaneler
Bozkurt; Altay mitolojisinde Türklerin ve Moğolların kutsal hayvanı ve milli sembolüdür. “1240 tarihli Moğolların Gizli Tarihi adlı eserde” Cengiz Han’ın şeceresinden bahsedilirken en eski ceddi, Türk destanlarında olduğu gibi “Bozkurt”a bağlanmakta, nesli de “Bozkurt”a dayandırılmaktadır. Moğolların, bozkurt ile beyaz dişi geyikten türedikleri anlatılmaktadır.
Rene Grousset: “Reşideddin tarafından toplanan Moğol efsanelerine nazaran, çok eskiden Türkler tarafından yenilen Moğol kavmi, Ergenekon Dağları'na sığınmaya mecbur kalmıştı. İranlı tarihçilerin IX. asır dolaylarına çıkarmak istedikleri bir devirde, rivayete göre Moğolların ecdadı Ergenekon’dan Selenga ve Onon ovalarına tekrar inmişlerdir. Aynı efsaneler bize, kocası Dobun-mergan’ın ölümünden sonra bir ışık çizgisiyle Nirun Moğollarının ecdadına gebe kalan efsanevi bir Alan-qo’a’dan bahsederler. Bu atalardan Bodonçar sekizinci batında Cengiz Han’ın ceddidir.”
“Bozkurt Destanı” da “Ergenekon Destanı” da Türk ve Moğolların ortak destanları gibidir.
Devlet teşkilatı
Dr. Arslan Tekin: “Türk tarihi ve Moğol tarihi çok zaman iç içe anılmıştır. …İlk devrede bu imparatorluğun hâkim unsuru Moğollar olmakla beraber, devlet genişleyince, kısa zaman içerisinde halkının ve askerlerinin çoğunluğunu Türkler teşkil ettiği gibi devlet teşkilatının esasları ve bir çok kurumlar da eski Türk geleneğinin devamı idi. Bu devirde hemen bütün Türk ülkeleri bir tek imparatorluk halinde birleşti. …Bu imparatorluğa ‘Türk-Moğol İmparatorluğu’ denmiştir. (Türk’ün Tarihi)
Bürokrasi büyük ölçüde Uygur Türklerinden oluşmaktaydı. İmparatorluğun resmi dili, yazısı Moğolca değil, Uygurca’ydı. M.Pelliot: “Kuzey Çin'de Uygur harfleriyle bir satır ilave etmeden hiç bir ferman neşredilemezdi” demektedir.
Büyük kurultayda devletin idari işlerini düzenleyen casag (yasak, yasa, kanun)’lar kabul edilmişti. Cengiz Han zamanında ve sonrasında bu yasalar ve töre geçerliydi. İşler, yalnız “Yasak”ın kuvvetiyle kendi başına yürümekteydi.
Moğol taktiği olarak yazılanlar, gerçekte ebedi göçebe taktiği olup Türkler (Hiyong-nu, Tukyular)’in eski savaş taktikleriydi.
“Türkler ve Moğollar” başlıklı yazılarımdan anlaşılacağı üzere, bu iki akraba halk aynı coğrafyada yaşamışlardır; halen de yaşamaktadırlar. Artık “Türk birliği”ne bakarken, Türkiye coğrafyasından değil daha geniş çerçeveden bakmamız gerekmektedir. Anadolu Türkleri olarak bizlere ve devleti yönetenlere büyük görevler düşerken, bu husus da hassas olmamızı gerektirmektedir.
Şahsi düşüncem: Oluşturulan “Türk Keneşi”ne Moğolistan Devleti de katılmalıdır. Hatta milliyet köklerini idrak eden Orta Asya’da (Turan coğrafyasında) veya diğer bölgelerdeki ülkelerden gönüllü katılmak isteyenlere de “buyur” etmeliyiz; kimseyi dışlamamalıyız. Bize düşen onlara yaklaşmak ve birliğimizi güçlendirmektir.
Burada en çok dikkat etmemiz gereken hususlardan biri de inanç farklılıklarını gündeme getirmemektir. Birlik yerine ayrışmaya sebep olacak konulara hiç girmemeliyiz.
Farkında mısınız? “Tarih Türklerden yana seyrediyor.” Bizlere de akıllı olmak gerekiyor.