Orta Asya’da yaşanan aydınlanma dönemini, S.Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma” adlı eserinden yararlanarak anlatmaya çalışıyorum. Tabii ki, bu döneme darbe vuran olaylar da yaşanmıştır. Bunların başında Arap ordularının yaptıkları gelmektedir. Konuyu yine kitaptan alıntılar yaparak kısaca anlatacağım. Merak edenler başka kaynaklara da bakabilirler.
Önce Kuteybe b.Müslim (669-715) hakkında kısaca şunu aktaracağım: Zalim lakabıyla meşhur Emevîlerin Hicaz Valisi Haccac b.Yusuf tarafından -bazı isyanların bastırılmasında kendisine yardımcı olduğu için- Horasan Valiliğine getirilmiş biridir. (TDV İslâm Ans. c.26/s.490-491)
Starr: “Bazı okurlar, M.Ö. birinci asırdan M.S. on beşinci asra kadar Orta Asya’yı arşınlayan ister İranî ister Moğol isterse Türkî olsun, çok sayıdaki göçebe halkın kültürleriyle ilgili daha fazla malumat görmek isteyebilirler. İslamiyet’in henüz gelmediği altıncı asırdan itibaren Orta Asya’da hakimiyet kuran Türk kavimleri kendi bölgelerini muhafaza etmekte Bizans ve Çin ile diplomatik ilişki kuracak kadar kararlılardı. (s.67)
Yedinci asır itibariyle Büyük Orta Asya sakinlerinin hepsi dış güçlerin saldırılarıyla çoktan beridir tanışıklardı…
660’da başlayan Arap istilası öncekiler gibi yıkım ve acı getirmiş, ticaretin bir süreliğine de olsa durmasına sebep olmuştu. Fakat üç nokta itibariyle öncekilerden farklıydı. Birincisi, yerli halklar bu defa sert ve uzun süreli bir direniş sergilemişlerdi. Araplar hiçbir savaşta Orta Asyalılarınkine benzer bir inatçı karşı koyma ile karşılaşmamışlardı. İkincisi, istilacılar, yani Araplar kısa sürede birbirlerine düşmüşlerdi. Savaş halindeki gruplar birbirlerine karşı yerel güçlerden yardım talep ediyorlardı. Üçüncüsü, bu iki faktöre bağlı olarak, fetih çok yavaş ve istikrarsız bir biçimde ilerlemişti. Fethin hedeflerine ulaşması için bir asır gerekmişti ki bu süre zarfında da yerel idareler ve kültür yeniden ağırlıklarını ortaya koyabilmişlerdi. Tam manasıyla İslamlaşma süreci ise uzun asırlara yayılacaktı. (s.157)
Dini coşkunluk ve dünyevi ganimet elde etme arzusuyla hareket eden Arap orduları batıda Kuzey Afrika’ya, kuzeyde Kafkasya’ya ve doğuda da İran’a ulaşmışlardı… (s.162)
…Doğu cephesiyle ilgili olarak Arap ordularının Ceyhun civarındaki akınlarına 650’lerin ortalarında mı yoksa biraz daha geç bir tarihte, 661’den sonra mı başladıkları konusunda anlaşmazlık vardır. Kesin olarak bilinen ise fethin ilk etabının yağma için yapılan ufak çaplı akınlardan ibaret olduğudur. Fetih İslam Devleti için esastı. Fakat bu akınlar Orta Asyalılarda istilacıların ganimet hırsıyla hareket ettikleri kanaatini uyandırmıştı. Bu sebeple güçlü bir direniş başlamıştı… (s.163)
Böylesi korkular sebebiyle 705’de bölgeye yeni bir naip tayin edilmişti. Bu sert Arap kumandanının adı Kuteybe idi. Merv’de toplanmış askerlerin önüne ilk çıkışında görevinin cihat etmek olduğunu net bir şekilde ifade etmişti… Arap güçleri için asıl amaç kafirleri Müslüman etmek, olmayanların da kökünü kazımaktı… (s.166)
…Kuteybe, sonraki on sene içinde bölgenin inançsızlık merkezlerine karşı acımasız bir savaş başlatmıştı… Ancak bu taktik zekâsı gaddar bir deha ile gösterdiği diğer iki meziyetinin gölgesinde kalıyordu.
Birincisi kendisinden önceki hiçbir Arap lider bölgedeki çekişmeleri alevlendirmekte bu denli başarılı değildi. Kuteybe Orta Asyalı grupları birbirine düşürüyor ve kendisiyle yapacakları iş birliğine göre mükâfat veya ceza belirliyordu…
İkincisi Kuteybe korkuyu bir taktik olarak kullanmakta oldukça mahirdi. Örneğin Peykent’e düzenlediği ilk taarruzlardan birinde karşısındaki askerlerin tamamını öldürmüş ve bütün kadın ve çocukları esir almıştı. Semerkant’a dört yıl süren bir kuşatmanın ardından girebilmiş ve otuz dokuz bin (39.000) insanı köle etmişti. Başka bir yerde askerlerine her bir düşman kellesi için yüz parça gümüş vaad etmişti. Toplanan kesik başları piramit şeklinde dizdirmişti. Bu sayede halkı sindirmiş oluyordu… (Bir kentin) idarecisi karşı koymaya kalkınca Kuteybe’nin gazabına uğramış, …Arap karargahına varır varmaz Kuteybe kendisini, herkesi dehşete düşürecek biçimde katlettirmişti… Bir Arap kumandan mağlup ettiği bir ordunun tamamını çarmıha gerdirmişti. Bir diğeri mağlup kuvvetleri çırılçıplak soyarak ölüme terk etmişti. Böylesi eylemlerle direnişe katılacaklara açık mesaj gönderiliyordu. Bu yaklaşımı bir Arap kumandan bölgenin ancak ‘kılıç ve kırbaçla’ yönetilebileceğini söyleyerek özetliyordu. (s.167)
…Zorlama yöntemi Semerkant’ta tutmayınca, bu sefer ‘camiye gelene ücret’ modeline geçilmişti. Cuma namazına gelenlere para dağıtılıyordu. Kuteybe kardeşinin kendisine teslim ettiği dört bin (4.000) esiri gözünü kırpmadan öldürmüştü… (s.168)
Orta Asya’daki kültürlere saldırırken Kuteybe başka yerlerdeki Arap fetihlerinde olanın ötesine geçmişti. Bunun sebebi merak uyandırıcıdır. Merv’de askerlere yaptığı konuşma haricinde Kuteybe’nin dindar olduğuna ilişkin elimizde başka kanıt yoktur… Kuteybe’nin asıl meselesi, en azından bu noktada, daha dünyevi olup kendi kariyeriyle ilgiliydi… Üstelik kumandanlık görevini halifenin şahsına değil Irak valisi ve Doğu’nun fiili naibi Haccac bin Yusuf'a borçluydu…
Kuteybe’nin sonu bu bakış açısını kuvvetlendirmektedir. Haccac’ın 714 senesinde ölmesi üzerine derhal askerlerini Merv’de toplayarak kendisine biat etmelerini istemişti... Askerlerin bu talebe soğuk bir sessizlik ile cevap vermeleri üzerine adeta cinnet geçiren Kuteybe önündeki Arap kabilelerine ağıza alınmayacak hakaretler etmişti. Birkaç gün sonra Kuteybe kendi adamları tarafından öldürülmüştü. (s.168-169)
…Horasan’daki bir Arap vali Bağdat’a yıllık vergi olarak Kabil’den iki bin tane köle göndermişti. Orta Asya’nın kentli seçkinlerinin Arap fatihlere barbar gözüyle bakmaları gayet olağandı. (s.171)
Arap idaresinde vergilendirme ve din iç içe geçmişti. Bir yerde valiler din değiştirenlerin vergiden muaf tutulacağını ilan ediyordu. Bunun üzerine bir kentin nüfusunun tamamı İslam’a geçiyor, böylece gına getiren vergilerden kurtulmuş oluyorlardı. Emevilerin maliyecileri kısa süre sonra halifeliğin vergi kaynaklarını farkında olmadan kuruttuklarını anlamışlardı. Hatalarını telafi etmek için dehşet verici bir yöntem bulmuşlardı. Yeni Müslümanların sünnet olarak İslam’a geçtiklerini kanıtlamaları isteniyordu. (s.171)
Arapların Türkleri bölgenin hâkimi yapmak istemeleri jeopolitik bir gerçeklikti, ancak vergi talepleri Türklerin ana gelir kaynağına ket vurmuştu. Elbette Türkler hemen savaş ilan etmişler ve Araplar da sert bir karşılık vermişlerdi. Kuteybe’nin ölümüne müteakip yıllarda Türk ve Arap orduları sadece Buhara'da üç büyük savaş yapmışlardı. (s.172)
…Tarafsız bir gözle bakıldığında Arapların üç çeyrek asır süren mücadelesinin neticesiz kaldığı sonucuna varılabilir. İç savaş esnasında Araplar farkında olmadan Orta Asya halkı arasında Arap karşıtlığının yayılmasının sebebiyet vermişlerdi… (s.174)
Gerçeği kabullenen Arap idareciler Büyük Orta Asya’nın silah zoruyla kontrol altına alınamayacağına kanaat getirmişler ve diplomatik, dini ve iktisadi tavizler vermeye hazır hale gelmişlerdi… (s.174)”
Haftaya devam…