Cengiz Han’ı anlatan birçok eser bulunmaktadır. Ancak roman sevenler için Kırımlı yazar Cengiz Dağcı’nın “Genç Temuçin” ile Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un “Cengiz Han’a küsen bulut” adlı eserlerini okumalarını tavsiye ederek yazıma başlamak istiyorum.
Prof.Dr.Erich HAENİSCH; eserin yazılışından 700 yıl sonra (Berlin, Ağustos 1940’da) yazdığı “Önsöz”de şunları söylemektedir: “Eserin birçok yerleri bizi tatmin etmiyor: Mesela daha fazla bilgi edinmek istediğimiz batı seferlerinden pek az bahsedilmektedir. Tankut’lar hakkında da malûmat azdır. Fakat bozkır hayatı hakkında çok bilgi ediniyoruz: Burada kadın ve at yağması, ittifak ve ihanet, baskın, mücadele ve dostluk, düşmanların merhametsizce imhası, esirlerin yağma ve köleleştirilmesi gibi birçok sahnelere rastlamaktayız. Çadırların iç ve dış manzarası da iyi canlandırılmaktadır. Bunların hepsi de şairane ve aslına uygun bir şekilde anlatılmıştır. Orada tabiatüstü hadiseler hemen hemen yok gibidir. (s.XLI)
…Çünkü zaferle neticelenen seferler hükümdarın gururunu okşamış, onda dünyaya ve servetlerine hâkim olmak için Allah tarafından hak verildiği itimadını uyandırmıştır; onun bu hakimiyet ve serveti talep etmesi kâfidir: Gökte ancak bir güneş olduğu gibi yer yüzünde de ancak bir Han olmalıdır! Bu suretle ilahi bir salahiyet fikri teşekkül ettikten sonra, artık onun için bir kanaat ve hudut kalmamıştır… (s.XLIV)
O burada tanrılaştırılmış şekilde değil de basit bir insan olarak tecelli ediyor: Köpekten korkan veya dul annesine yardım eden çocuğun yüzünden ve hareketlerinden masum çizgiler okunuyor. Fakat büyük kardeşinin haksız hareketinden rencide olarak annesinin ricasına rağmen öldürmesi, onun müsamaha kabul etmez, gaddar bir şahsiyet olduğunu da gösteriyor… Çocuğun, annesi için gösterdiği ihtimamı ve kaçırılan karısını ararken gösterdiği gayreti bir şefkat eseri olarak mütalaa etmezsek, onda kalpten eser yok gibidir… Bu eserden, onun şahsen yağmacı bir tabiata malik olduğu gözükmüyor, fakat bununla beraber, kaçırılan kadınlar tabiî bir hak gibi ona sunuluyor…
Onda intikam hırsı kadar, sadık arkadaşına karşı minnettarlık hissi de çok kuvvetlidir… (s.XLV) O, tus-han tabiriyle ifade edilen esas hükümdara karşı sadakati düşmanda da arıyor: Hükümdarına ihanet ederek kendisine sığınanları idam ediyor. Burada, Çinggis’in, kendisini semanın vekili olarak hissettiğini ve şamanlık noktai nazarına göre semayı mukadderatın amiri olarak tanıdığını bir daha hatırlatalım. O, semanın emriyle dünyanın hâkimi olmuştur ve altın dizginleri elinde tutmaktadır. (s.XLVI)
Bu kudretli adamın gösterdiği muvaffakiyetlerin sırrını şu üç şeyde aramalıyız: Birincisi, emsalsiz bir askerî kabiliyet ve haşmet olup, bilhassa Camuha’nın ayrılmasından sonra kabilelerin birer birer gelerek ona tabi olmalarını gösteren sahnede canlı surette tasvir edilmiştir. İkincisi, kendi etrafındakilere gösterdiği itimattır ki, onlar hizmete ait talepleriyle doğrudan doğruya Çinggis’in huzuruna çıkabiliyorlardı. Üçüncüsü de semanın vekili olduğuna dair imanıdır… (s.XLVI)” demektedir.
Bazı açıklamalar
“Seçilerek alınan kadınla, kaçırılan veya yağma suretiyle ele geçirilen kadın arasında fark gözetilmektedir. (s.208)
(Han eşleri) …Dul kadınlar, kocalarının ölümünden sonra nüfuzlarının azalacağından korkuyorlar. (s.211)
(YY: Temuçin, Merkitlerin obasını basması sonucu dağa kaçar. Korkuyla uzun süre saklandığı dağdan inen Temucin) ‘…Burhan-haldun için// Her sabah tapınmalıyım// Bunu neslim ve// Neslimin nesli böyle bilsin!’ diyerek ‘…kemerini boynuna ve şapkasını koluna asarak güneşe karşı döndü ve eliyle göğsüne vurarak… dokuz defa diz çöküp saygıda bulundu. s.41)
Bu vakadan sonra Burhan-haldun dağı Temucin için mukaddes bir yer haline gelmiştir… (s.213)
‘Tanrı kapıyı açmış ve dizginleri elimize bırakmıştı’, yani hükümdarlık yolu açılmıştı.
‘Yüzünüzü kuzeye çevirerek’, yani ‘hükümdarın karşısına geçerek’ demektir; çünkü Çinli seyyahların bildirdiğine göre Han’ın çadırı güneye bakardı. (s.227)
Hükümdarın bardağından içmek hususi bir lütuftur.
Burada çerbi sözü saray hatunları için kullanılmıştır ki bunlardan Çin seyyahları da bahsederler. (s.229)
‘Ordugâhın dumanını dağıtmak’tan maksat, ağır dumanı dağıtır gibi aile içerisindeki güçlükleri bertaraf etmek demektir. (s.230)
Şamanın öldürülmesi esnasında muhafızları yanında olmadığından, Çinggis-han’ın hayatı tehlikeye düşmüştü. Derhal harekete karar vermesi de tehlikenin devamına işaret sayılabilir; çünkü halk arasında şamanın taraftarları çoktu. (s.231)
‘Altın dizgin”, hükümdarın kuvvet ve nüfuzunun timsalidir. (s.234)
‘Babanız, atı üzerinde kara başını kaldırdı’ ve ‘kara kanı ile kovaları doldurdu’ tabirleriyle şöyle bir mana kastedilmiş olsa gerektir: ‘O her zaman muharebe meydanında bulunmuş ve kovalarla kanını akıtmıştır…’ (s.235)
“Çok olan korkutur, derin olan öldürür”, yani ordu evvela çokluğu ile düşmanı korkutur ve sonra da su gibi, derinliği ile onu tehlikeye sokar. (s.243)
Bu sözler herhalde hanın bir nevi “vasiyetnamesi” olup, ‘Gizli tarih’in sunulmuş olduğu kurultayda okunmuş olsa gerektir. (s.244)
Dipnot: Umumiyetle Türk olarak tanınan birçok kabile ve halklar dahi İndekste ‘Moğollara mensup’ olarak gösterilmişse de bu durumun etnik bir manayı ifade etmeyip, ancak siyasi birlik icabı ve bu esere ait bir hususiyet olduğunu hatırlatalım. Nitekim aşağıda kabileler üzerine yazılan açıklamada Moğol adının doğuş ve yayılışı ve bundan kastedilen anlam hakkında ayrıca durulmuştur. (s.269)
Manghol, (Monggol) Moğol kabilelerine toptan verilen isim. (s.271)
Moğol devrinden önce Tatar adı, başka birçok kabileler tarafından da alınmıştır. Çinggis-han’ın aile adı Kiyan olduğu halde, onun mensup olduğu Borçigin soyu, başka soy ve kabileleri itaat altına almak suretiyle bir kabile ve halk (ulus) derecesine yükseldikten sonra, eski zamanın meşhur ve kuvvetli kabilelerinden biri olan Manghol, Moğol adını almıştır.
1206’da Çinggis-han’ın bütün bozkır halkları üzerine hükümdar ilan edilmesinden sonra, Manghol (Moğol) adı, bütün bu yeni birliğe teşmil edilmiş ve böylece sonraları daha geniş bir anlam kazanmıştır. (s.275)
(Tatar) …Fakat bu isim hariçte yaşamakta devam etmekte, Çin’de Da-da ve Avrupa’da Tatar şekillerinde bütün Moğol halkı için kullanılmakta ve hatta bazı Türk halkları da yanlış olarak bu isimle anılmaktadır. (s.276)
…Naiman’lar, bozkırların en medeni bir halkı olup, ilk olarak Uygur yazısını kullanmışlardır. Aralarında Nestoryan mezhebinden birçok Hristiyan da bulunuyordu. (s.277)
Gerek Temucin’den önce ve gerek sonra Moğollar üzerinde kültür bakımından büyük tesir yapmış olan Ui’ur’lar (Uygurlar), neticede savaşsız Türk-Moğol devletinin içerisine alınmışlardır. Eserde, Ui’ur’lardan başka Bolar (Bulgar), Harluh (Karluk), Kipçah (Kıpçak), Kirgis (Kırgız) ve başkaları gibi birçok Türk halkları da zikredilmektedir. (s.278)
Bu yazımla Moğollar ve Cengiz Han’la ilgili seri yazımı tamamlamış bulunuyorum.