Yazıya geçmeden önce uzun zamandır merakla beklediğim Uluslararası Türk Akademisi tarafından hazırlanan “Ortak Türk Tarihi Ders Kitabı”nı okudum. Kitapla ilgili düşüncelerimi daha sonra yazacağım ama birkaç haftadır tanıtmaya çalıştığım Harezmî hakkında, kitapta geçen (s.89) ifadeyi kısaca aktarmak istiyorum: “…Harezmî, IX.yüzyılda Harezm’de yaşamış Orta Asyalı bilim adamı, matematikçi ve gök bilimcidir…” Yani, “Türk bilim insanı” diyememişler!..
Gelelim yazımıza… S.Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma” isimli kitabında şu bilgiler de yer alıyor: “Halbuki geçtiğimiz iki bin sene boyunca birçok gözlemci Asya’nın kalbinde, şimdinin yeni Orta Asya ülkelerini de kapsayan, çok daha geniş bir kültür alanı olduğunun farkındaydı. (s.46)
Kaldı ki çöl ve stepler arasında mutad iktisadi ve sosyal etkileşim olmasaydı, bu entelektüel hareketlilik bu şekilde gelişemezdi. (s.47)
…bölgenin yazarları kimliklerini doğrudan dönemin bir kenti ile ilişkilendiriyorlardı… Orta Asya’daki yazarlar kentlerinin tarihlerini yazmaya ve mısralarında kentlerine methiyeler düzmeye başlamışlardı. Fetihlerden sonra da Arapların kendilerine empoze etmeye çalıştıkları kimliğe karşı yine kendilerini kentleriyle tanımlamaya devam etmişlerdi. Şairler, para almadıkları sürece, hanlıklar, prenslikler ya da imparatorluklar için bir şey yazma zahmetine girişmiyorlardı.
İslamiyet öncesi Semerkant’ta alınabilecek en kötü cezalardan birisi kentten sürülmekti… (s.109)
Sadece kuzeydeki Harezm yöresinde bölgecilik ateşi yanmıştı. Fakat orada da esas olan Orta Asya değil, Harezm idi. Orta Asyalılar da kendi aralarında bölünmüşlerdi. Arap saldırılarına karşı koymada başarılı olamamalarının sebebi de bu bölünmüşlüktü. Ancak savaş biter bitmez kendi menfaatleri için ellerinden geleni ardına koymayacaklarını da göstermişlerdi. (s.110)
İşlerinin tabiatı gereği tacirler, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, malların yanı sıra bilgiyi de taşıyorlardı. Önlerine çıkan her soruna çıkarlarına uygun bir çözüm bulmak gayesiyle yaklaşıyorlardı. Tacirler eliyle gelişen bu pratik zekâ bir bütün olarak kültüre de sirayet etmişti. Harvard’da çalışmalarını yürüten tarihçi Richard N.Frye bu duruma ‘ticari sekülerizm’ ismini vermiştir…
Okuryazarlık ve matematiğe olan ilgi ticaret dünyası ile sınırlı değildi. Orta Asya’nın birçok bölgesinde toplumsal ve iktisadi hayatı yazılı kanunlar düzenlemekteydi. (s.113)
Methiyeler düzmek isteyen birçok yabancı Orta Asya’dan bir zamanlar ‘medeniyetlerin kesişme noktası’ idi şeklinde bahsetmektedir. Bir açıdan bakıldığında bu tanımlama hem doğrudur hem de Orta Asya haricinde yeryüzünde başka hiçbir bölge için olmayacak kadar isabetlidir. Orta Doğu, Avrupa, Çin ve Hindistan’ın birleştiği nokta Orta Asya’dır… Elbette ‘medeniyetlerin kesişme noktasıdır’ ama bundan daha fazlasıdır. Kendisine has özellikleriyle bir ‘kesişen medeniyettir’. İlk zamanlarından itibaren bu durum en ziyade dil ve din olmak üzere birçok alanda aşikârdır. (s.118-119)
Erken dönemdeki Türkî halklar da gayet başarılı bir runik alfabe icat etmişlerdi. Kaseleri ve bazı diğer ev eşyalarını süsleyen bu yazı aynı zamanda Türkçe ve Uygurca yazılan güzel şiirleri sunmak için de kullanılıyordu. Göçebe halklar yabancı alfabeleri uyarlama sürecinin içinde yer alıyorlardı. Son zamanlarda İskit ve Türk dillerinde yazılmış bölük pörçük yazılar keşfedildi ve dikkatli bir şekilde Arami alfabesiyle yeniden yazıldı. Birçok yazı ise deşifre edilmeyi beklemektedir. Erken dönemlerdeki göçebe Türkler arasında okuryazarlığın ne seviyede olduğunu tespit etmek imkânsız olmakla birlikte yavaş yavaş gün ışığına çıkan kanıtlar seviyenin hiç de düşük olmadığını ve bu durumun İslâmiyet’in gelişinden önceki asırlarda Türk kültürünün tekâmülünü ele alırken muhakkak dikkate alınması gerektiğine işaret etmektedir. (s.119-120)
İslâmiyet öncesi Orta Asya’da kitap adedinin çok olduğunu ve hemen her yere yayıldığını varsaymak için tüm sebepler mevcuttur. Bir asır önce Aurel Stein, Doğu Türkistan’ın kurak mağaralarında bölgenin yerleşik Uygurlarından ve diğer milletlerinden kalma on beş bin cilt kitapla karşılaşmıştı… Dolayısıyla İslâmiyet öncesi dönemde Orta Asya’nın ana kentlerinin Doğu Türkistan’daki kentlerden daha fazla kitaba sahip olduğunu iddia etmek mesnetsiz olmayacaktır. Hiç kuşkusuz Orta Asya’nın bu kentlerindeki toplum, bilgi üretimine ve paylaşımına değer vermekteydi. (s.120-121)
Genel kabulün dışında kitap, dolayısıyla okuma ve yazmanın, bu denli yaygın olmasının arkasındaki ittirici güç geniş ölçekli kâğıt üretimi yapılıyor olmasıydı. …ancak ‘kâğıt devriminin’ Arap fethinden önce başladığı ve her şeyden önemlisi Orta Asya’da yoğunlaştığı açıktır. Bloom’a göre ‘İpek Yolu’ aynı zamanda bir ‘Kâğıt Yoluydu’ ve Çin’den değil Orta Asya’dan başlıyordu. (s.121)
Arapların gelmesinden çok önce, Orta Asyalılar ve İranlılar bunları ve bilginin diğer alanlarını sistemli bir hale getirmek için işe koyulmuşlardı. Böylece Harezm bölgesinde gökbilimi, Hindistan’daki büyük tıp merkezleri ve Cündişapur ile olan irtibatları sayesinde Horasan ve Baktriya’da da tıp ilmi oldukça ilerlemişti. Bölgenin gayr-ı resmi başkenti konumundaki Merv’de en az Babil’deki kadar gelişmiş hastaneler ve rasathaneler vardı. Tacirlerin olduğu hemen her yerde matematik ilerlemişti. Özellikle de geniş bir matematik mirasına sahip Hindistan ile irtibat halindeki bölgelerde matematik çok daha gelişmişti. (s.147-148)
Buharalı vezir ve coğrafyacı Ceyhanî yollar ve memleketler hakkındaki eserini yazdığında memleketindeki tacirlerin asırlar içerisinde edindiği coğrafi malumattan istifade etmek durumundaydı. Harezm ve Horasan’ın büyük Müslüman gökbilimcileri gökbilimi tabloları hazırlamış, doğru takvimler yapmış ve güneş ve ayın döngülerini büyük isabetlilikle tahmin etmiş seleflerine müteşekkirlerdi. Usturlapların ve gökbilimi kadranlarının tasarımı ve yapımıyla meşgul olan daha sonraki dönemlerde yaşamış birçok Orta Asyalı gökbilimci, bölgede uzun süredir var olan, uçsuz bucaksız çöllerde yer tespit edebilme ve mekanik tamiri yapabilme geleneklerinin izlerini sürüyorlardı. İslamiyet öncesi dönemin mirası, yine dokuzuncu asırda Belh’te yaşamış olan mütefekkir Ebu Maşer’in metinlerinde karşımıza çıkmaktadır. Yunan, Hint ve İran sihir ilimlerinden istifadeyle İslam aleminin önde gelen astrologlarından olan Ebu Maşer Avrupa’daki astroloji üzerinde de derin tesirler bırakmıştır. (s.148-149)
Dördüncü asırdan itibaren bölgeyi Harezm şahları (Harzemşahlar) yönetmekteydi. Dikkatli bir yönetimle resmî derebeylik sistemini fiilî bir öz yönetime dönüştürmüşlerdi. Bu sayede Sasani İmparatorluğu’na, Arap halifeliğine ve Samanilere karşı bağımsızlıklarını muhafaza edebilmişlerdi. Mesafe ve becerikli politikalar sayesinde geniş görüşlü entelektüel iklimlerine zarar verilmesini engellemişlerdi. Görünürde Sünni olan ama Şia’ya yakın duran Harezmliler, her yerde olanın aksine, dini manada hem katı ana akımdan hem de radikal sapkın hareketlerden uzak durmuşlardı. (s.350)
Orta Asya’nın Aydınlanma Çağı hikayesi M.Ö. beşinci asırda başlamış, M.S. on ikinci asırda zirveye ulaşmıştı. (s.657)
Haftaya devam…