Bir haftadır istifa ettiği dedikodusu dolaşmaktaydı. Nihayet, “Görevden affını isteyen ve görevden af talebi kabul edilen Prof.Dr. Ziya SELÇUK’tan boşalan Milli Eğitim Bakanlığına Prof.Dr. Mahmut ÖZER Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 104 üncü ve 106 ncı maddeleri gereğince atanmıştır” şeklindeki, 2021/387 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararıyla (R.G: 06/08/2021- 31560) gerçekleşmiş oldu.
Kamuoyunda, Bakanın istifa gerekçesine ilişkin olarak; “yetkisinin bulunmadığı, yönetimde çift başlılık olduğu, bazı tarikat ve cemaatlerin bakanlık içindeki faaliyetlerinden rahatsızlık duyduğu, yolsuzluk iddialarının üzerine gitmesi sebebiyle hakkında AKP teşkilatlarından şikayetler geldiği, …” şeklinde ifadeler dolaşmaktadır.
Biraz geçmişe dönelim: Sayın Selçuk Milli Eğitim Bakanı olunca, birçok arkadaşımız sevinçle ve ümitle karşılamıştı. Çünkü kendisi iyi bir eğitimci olarak temayüz etmiş (öne çıkmış), dürüst, itibarlı biriydi.
Ben, her konuda; erken konuşmamaya, peşin hükümlü olmamaya, objektif davranmaya çalışırım ve kararlarımı da çok çabuk vermem, temkinliyimdir. Ama o günlerde Ziya Bey’in bu görevi kabul etmekle yanlış yaptığını düşünmüştüm. Çünkü her şeyden önce mevcut iktidarla zihniyet farklılıkları vardı. Yine de “at izi it izine karıştı” misali, normal karşılamaya çalıştım.
Diğer taraftan; daha adı bile doğru-dürüst konulmasa da “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi” diye yeni bir sisteme geçmiştik.
Eğitim kökenli
27 Aralık 2020’de “Eğitimci Bakanlar” başlıklı yazımda; en çok gündeme gelen konulardan birinin, Milli eğitim bakanlarının “eğitim kökenli” olmadıkları tartışmasından bahsetmiş ve görüşlerimi yazmıştım.
43 yılı aşan memuriyetim sırasında 25 bakan değişikliği olmuştu. Yazımda bu bakanların isimlerini ve mezun oldukları okullarla mesleklerini yazmış, eğitimci bakan sayısı 3 olsa da Prof., Doç., Dr. “titr”i olanları da sayarsak çalıştığım 10 bakanın eğitimci olduğunu belirtmiştim.
“Esasen bu çok önemli değildir: Önemli olan kemiyet (nicelik) değil keyfiyet (nitelik)’tir. Kimi insan kendisini bir alanda yetiştirir; kimisi çok yönlü eğitim alabilir. Kimisi devlette görev yapıp yükselebilir; kimisi özel sektörde… Ama tecrübeme ve gözlemlerime dayanarak söylüyorum: Bürokrasiden gelen bakanlar; diğerlerinden daha başarılı olmaktadırlar.
Diğer bir husus; üniversite öğretim üyelerinin (akademisyenlerin) “eğitimin her meselesini biliyorlar” sanılmasıdır. Evet, bu kişiler eğitimcidir ama bir okulöncesi, ilkokul, ortaokul veya lisedeki eğitim meselelerini -istisnaları saymazsak- bilemeyebilirler. Mesela; eğitim fakülteleri hariç hukuk, ziraat, veteriner, iletişim gibi fakülte hocalarının bakan olmalarını, siz değerlendirin!..” demiştim.
Bu iktidar döneminde, yeni sisteme kadar 6 bakan değişikliği olmuştu. Bunlar: 1-Doç.Dr.Erkan Mumcu (19/11/2002 - 17/03/2003, hukukçu), 2-Doç.Dr.Hüseyin Çelik (17/03/2003 - 03/05/2009, eğitimci), 3-Nimet Çubukçu (03/05/2009 - 07/07/2011, hukukçu), 4-Prof.Dr.Ömer Dinçer (07/07/2011 - 25/01/2013, Atatürk Ü. İşletme mezunu), 5-Prof.Dr.Nabi Avcı (25/01/2013 - 24/05/2016, ODTÜ İdari Bilimler, İletişimci), 6-Dr.İsmet Yılmaz (24/05/2016 - 10/07/2018, Denizcilik Yüksekokulu ve Hukuk Fak. mezunu). Yeni sistemle 7.olarak Prof.Dr. Ziya Selçuk görevlendirildi; 8 incisi de Prof.Dr. Mahmut Özer…
Sayın Ziya Selçuk; daha önce Bakanlığın çeşitli faaliyetlerinde görev almış, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nı yürütmüştü. Aslında kuruma yabancı sayılmazdı. Yani, Bakanlığın aradığı tam “eğitim kökenli” bir bakandı.
Ama, yeni kurulan sistem içerisinde fazla bir şey yapamayacağı aşikârdı. Zaten çevresini saranlar yaptırmadılar; hatta yanlış işler yaptırdılar, kendisine yakışmayan işlere imza attırdılar. Mesela; “Andımız”la ilgili Danıştay’da açılan davaya karşı verilen savunma ve açıklamaları hiç kendisine yakışmadı. Bugün gösterdiği tavrı (teşekkürle veda ettiğine göre tavır denilebilir mi? Tartışılır!), o gün gösterip bakanlıktan ayrılabilir ve bu savunmayı imzalamayabilirdi!.. Kamuoyunda büyük itibar kaybı yaşadı.
Bugün bakanlığın adından başka “millî” hiçbir yönü kalmamıştır. Milli Eğitim Temel Kanunu’ndaki amaçların hangisi uygulanıyor veya bu yönde eğitim veriliyor?.. Bazı öğretmenlerimizin fedakârlıkları dışında gözle görülür hiçbir şey yok. Türkiye’nin geldiği durum ortada; zaten ne yaptıklarını da bilmiyorlar!..
Bu sistemde -tecrübelerimizden hareketle- bakanların bile fonksiyonlarının kalmayacağını öngörebiliyorduk. Çünkü gidiş -ağızlarından hiç düşürmedikleri takım çalışmasından daha çok- bireysel çalışmaya ve tek adam yönetimine doğruydu. Makamlara atananları görüyor; bunlardan sağlıklı ve iyi sonuçların çıkmayacağını rahatlıkla anlayabiliyorduk. Tabii ki, öngörülü olabilmek için bol bol okumak, eğitim tarihini bilmek, kurumları tanımak, yöneticileri ve uygulamaları iyi gözlemlemek lâzımdır.
Sonucu görüyorsunuz! Hep yukarının talimatı bekleniyor. Dikkat ediyorsanız; Cumhurbaşkanı konuşmadan konuşamıyorlar ve konuştuklarında da onun söylediklerini tekrar ediyorlar.
Cumhurbaşkanlığı’nda, bürokrat durumundaki çalışanlar ise, Bakanlardan daha etkili ve yetkili konumdalar. Geçmişte de çok etkili bürokratlar olmuştur ama bunlar gerçekten ehliyet, liyakat, tecrübe ve birikimleri ile öne çıkmış insanlardı. Çünkü makamlara, çoğunlukla kurum içinden geliyorlardı. Dolayısıyla yasaların kendilerine yüklediği görev, yetki ve sorumlulukların şuurundaydılar; yetkilerini gerektiğinde bakanlara karşı bile kullanabiliyorlardı.
Şimdi çok farklı; hak etmeyen insanlar makamlarda: Yetkilerini yasalardan değil de yukarıdan aldıkları düşüncesiyle kendilerini çok güçlü görüyorlar. İçeride sağa-sola laf yetiştirmeyi bırakın, maşallah (!) dış işlerimizi bile yönetiyorlar, önlerine gelene “veryansın” ediyorlar; çok pervasız gidiyorlar. Tecrübe ve birikim eksikliklerinin yanı sıra, eskilerin ifadesiyle "terbiye" hususunda da eksiklikleri var. Allah, sonumuzu hayreylesin!..
Bakanlıklarda birinci derecede sorumlu bürokrat olan müsteşar ve yardımcılarının yerine bakan yardımcıları geldi (Bu yardımcılar ne işe yarıyorlar?..). Maşallah! Makamın adı büyük, bol maaş, her türlü imkân... Oh! Ne âlâ ülke!..
Atananlara bakınca; Osmanlı’nın son dönemindeki devlet adamlığı kıtlığını (kaht-ı rical) yaşıyoruz gibi... Mutlaka ehliyetli, liyakatli, bilgili, tecrübeli insanlarımız vardır ama makamlara getirilmiyorlar.
Sonuç
Bahsettiğim yazımın sonunu şöyle bağlamıştım: “Prof.Dr. Ziya Selçuk’u az-çok tanıyoruz; fikrini, zikrini biliyoruz. Bakan olarak atandığında arkadaşlar sevinmişlerdi. Ben, genelde temkinli ve tedbirli bir insanımdır; hemen havaya girmem. Arkadaşlara; “Sevinmekte acele etmeyin. Bakanı kendi haline bırakmazlar, ekibini bile kendi oluşturamaz. Düşündüklerini yapamaz…” demiştim.
Sistem gereği, bakanlıklar, karar verme ve yürütme mercii olmaktan çıkmıştır. Eğitimle ilgili çalışmaların Cumhurbaşkanlığı’nda yapıldığını düşünmekteyim; Bakana (dolayısıyla bürokrasiye) bunları uygulamak düşmektedir.
Şu anda Bakan “iki arada bir derede” kalmıştır. Ben, Bakanın bu durumdan hoşnut olduğunu sanmıyorum; hatta muzdarip olduğunu düşünüyorum. Eğer kendi haline bırakılsaydı, belki eğitime çok katkısı olurdu. Çünkü, Sayın Selçuk bir eğitimci; hem de eğitimcileri yetiştiren bir eğitimci!..” Ve sonunda “affedilerek” gitti: Allah, yolunu açık etsin!..
Bundan sonra eğitimde bir şey değişecek mi? Tabii ki, değişecek ama “millî” olacağını sanmıyorum!..