Araya birkaç yazı girerek “Dava Büyük” başlıklı yazılarıma ara vermiştim ama farkındaysanız o yazılarım da içerik olarak yine davamızla ilintiliydi.
Geçen hafta köşeme, MHP’nin “50.hükümete neden güven oyu verdiğini” açıkladığı, 06/07/1993 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki ilânı koymuştum. Bu hükümet, Tansu Çiller’in başbakan, Erdal İnönü’nün başbakan yardımcısı olduğu DYP-SHP koalisyonuydu. Partilerde Kürt kökenli ve Alevî anlayışında milletvekilleri vardı. Hükümet, yaklaşık 2 yıl 4 ay sürdü ve özellikle Adalet Bakanlığı’ndaki kadrolaşma çok tartışıldı. Bugünkü iktidar yetkilileri de zaman zaman gündeme getiriyorlar.
Ardından güvenoyu alamayan Tansu Çiller’in 51.azınlık hükümeti kuruldu ve “erken seçim” tartışmaları başladı. O günlerde -bir soru üzerine- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; “seçim bahar yağmurudur; sokakları temizler” sözünü etti. DYP-CHP koalisyon hükümeti kuruldu ve 24 Aralık 1995 tarihinde seçim yapılması kararlaştırıldı.
Bunları niye yazıyorum: Geçmişi bilmeden geleceğe doğru bakamayız. Özellikle siyasetçilerin geçmişi / tarihimizi çok iyi bilmeleri ya da bilen danışmanlar bulmaları gerekmektedir. Olaylara “at gözlüğü” ile değil, saydam / şeffaf gözlükle, hatta çıplak gözle bakmamız lâzım. Geniş açıdan bakınca daha iyi görür, daha iyi değerlendiririz. Hamasi sözlerden, sloganlardan ve uluorta konuşmalardan uzaklaşırız.
Türklüğe, Türk tarihine, Türk büyüklerine gıcık olabilirsiniz; ama tavsiyem, hiç değilse (bir Türk devleti olan) Osmanlı tarihini çok iyi öğrenin. Öyle kuru kuruya Osmanlıcılık olmaz. Biraz ayrıntılı okuyup bilgilenirseniz, en azından konuşmalarınızı ve politikalarınızı yeniden değerlendirir, dikkatli olursunuz. Mesela; Yavuz Sultan Selim’le başlayan, Kanuni Sultan Süleyman döneminde devam eden iskân politikası çerçevesinde özellikle Sünnî Kürt aşiretlerin -toprak verilerek- Osmanlı Devleti ile İran’daki Safavi Türk Devleti arasına yerleştirildiğini ve tampon bölge oluşturulduğunu öğrenirsiniz. Hem de o dönemdeki Sünni ve Alevi Türkmen aşiretlerine olan bakış açısını da…
AKP iktidarı
Kurucularının siyasi geçmişleri olsa da “Millî görüş” gömleğini çıkarıp yepyeni bir parti kurdular ve ilk seçimde iktidara geldiler. Bunların parti kurmalarında ve iktidara gelişlerinde en büyük pay 57.hükümet dönemindeki yanlış politikalardır. Haftaya ayrıntısına gireceğim.
İktidara gelmeleriyle birlikte “ben Gürcü’yüm, Arap’ım v.s” diye kimliklerini açıklarlarken, ülkenin 36 etnik gruptan oluştuğunu dillendirdiler. MHP yönetimi, uzun süre genellikle millî konulara odaklanıp iktidara karşı sert söylemlerde bulundu. Ancak, 15 Temmuz 2016’dan sonra söylemler değişti; ardından ucube bir sistemin kurulmasına yardımcı olundu. Başbuğdan emanet “millî ve büyük davamız”, yanlışların ve başarısızlıkların destekleyicisi haline geldi.
Türk Milleti’nin öğrenmesi için TBMM’nde konuşulması gereken ekonomi, işsizlik, yolsuzluk, adalet, eğitim, tarım, sağlık gibi konularda verilen tüm araştırma önergeleri ret ediliyor. Ülkemizin ve halkımızın menfaatine olduğu halde “muhalefet veriyor diye” MHP’nin her şeye ret oyu kullanmasını doğru bulmuyorum.
Elli yıldır davasını güttüğümüz, peşinde koştuğumuz partimizin; bilinç altı düşüncelerini çok iyi bildiğimiz böyle bir yönetime destek vermesi, ittifak (koalisyon) yapması -üzülerek belirtiyorum- beni çok rahatsız ediyor. Bu durumu, sadece “Beka”yla açıklamayı yeterli görmüyorum. Ayrıca, “Beka” sorunumuzun en büyüğü AKP iktidarında yaşanmıştır ve yaşanıyor. 800 şehidimize sebep olan “çözüm süreci” itirafları ve görüntüleri, “Serok Ahmet’ten, Biji Serok Erdoğan’a” dönen sloganlar yine başladı.
“At izi it izine karıştı.” Anlamadığım husus, HDP’nin ve kapatılan önceki partilerin kurulmasına neden izin verildiği, PKK ile bağlantısı bilinen milletvekili ve belediye başkan adaylarının nasıl YSK’nca kabul edildiğidir! Anayasa ortadayken isminde “halklar, halklara özgürlük” gibi sözcüklerin olduğu partiler nasıl kurulabiliyor? Yoksa bir büyük oyun mu dönüyor? “Parti kurulsun, milletvekilleri meclise girsin; sıkıştığımız yerde gündemi değiştirmek için ısıtıp ısıtıp milletin önüne getiririz” diye mi düşünülüyor? Terör ve bölücülük neden bitirilmiyor? Bitirilmek mi istenmiyor?.. Kim bölücü veya değil, HDP kapatılacak mı kapatılmayacak mı? Artık karar verin ve 1984 yılından beri süren bu terörle mücadele son bulsun, bitirilsin. Ekonomik kaynaklarımız bir tarafa, olan vatandaşlarımıza oluyor; en büyük kaynağımız olan gençlerimiz şehit düşüyor.
Geçenlerde Diyarbakır / Dicle İlçesi Belediye Başkanı Felat Aygören HDP’den istifa ederek AKP’ye geçti. Bu kişi istifa edinceye kadar teröristti ve haindi: Şimdi AKP’ye geçtiği için yerli ve milli oldu!.. Daha önce de bazı HDP’li belediye başkanları AKP’ye geçmişlerdi. Bu HDP’li belediye başkanları başka bir partiye geçselerdi, yine terörist ve hainlikle suçlanacaklardı. Böyle politika olmaz!..
Bence, Merkez partisi olması gereken MHP’ye gelince; şu andaki durumu sanki HDP’nin tam karşısına oturtulmuş, uçta, radikal bir parti görünümünde…
Nutuklara dikkat!
Maalesef ilkesizlik had safhada!.. Ancak, ilkesizliği ve kişilik bozukluğunu en çok sağ politikacılarda görüyorum. Güya inançlı, imanlı, muhafazakâr kişiler; ama Allah’ın Kur’an’da açıkladığı günahları işlemekte hiçbir beis görmüyorlar. Hatta “günah işleme özgürlüklerinin olduğunu” söyleyebilecek kadar kafayı yemiş vaziyetteler. Bilerek “günah işleme özgürlüğü” olabilir mi? Bilmeden işlemiş olabilirsin ki onun da karşılığı “hesap günü”nde görülecektir.
Bazı siyasetçileri dinledikçe şaşırıyorum: Ne kadar boş ve cahiller. Eğer bilerek böyle konuşuyorlarsa yalancı, sahtekâr veya ikiyüzlüler. Hele hele etnik kimliklerin veya mezhep farklılıklarının gündeme getirilmesi, yaraların kaşınması doğru bir yol değildir; milletimizin birlik ve bütünlüğüne zarar veriyor.
“Birlikte hayır, ayrılıkta azap vardır.” Ayrılığa, ayrışmaya değil; birlik ve bütünlüğe ihtiyacımız vardır. Onun için konuşmalarımıza dikkat edip birliğimizi sağlamaya çabalayacağız. Ama bunu sağlamak görevi öncelikle ülkeyi yönetenlerin üzerindedir. Maalesef! Bunu göremediğimiz gibi tam tersi konuşmalarla vatandaşlarımızın ayrışması körükleniyor.
Örnek lider Mustafa Kemal (Atatürk), Mart 1916'dan Temmuz 1917'ye kadar Diyarbakır’da 2.Ordu komutanı olarak görev yapmıştır. Diyarbakır Belediye Meclisi, 2 Nisan 1926’da “Atatürk’ü Diyarbakır’ın Fahri Hemşerisi” olarak kabul eden bir karar alır ve bunu Atatürk’e bildirir.
Atatürk; 5 Nisan 1926’da fahri hemşeriliği kabul ettiğini Diyarbakır Belediye Başkanlığı’na bildirir ve Diyarbakır halkına aşağıdaki hitabeyi yollar (Hitabe, Diyarbekir Gazetesi’nin 26/09/1932 tarih ve 566/66 sayılı baskısında yayınlanmıştır).
Özetle; “Ben Türk eli’nin kahraman bir bucağındanım. Bizim diyarımız Oğuz Türk’ünün has konağıdır. Biz de bu yüce konağın çocuklarıyız. Türkeli büyüktür. Her yeri dolduran Türk’tür. Her yanı aydınlatan Türk’ün yüzüdür. Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları ve hep ayni cevherin damarlarıdır…” beyanında bulunmaktadır.
Unutmayalım! Parti çıkarından önce ülkenin çıkarı gelir.