Araya başka yazılar girmek zorunda kaldım ama Fatih Sultan Mehmet’i daha iyi tanımak için birkaç yazı daha yazacağım.
Ünlü tarihçimiz Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın, “Fatih’in şüphesiz itikadı olduğunu, fakat sofu derecesinde koyu bir Müslüman olmadığını” belirtiği sözüyle başlayalım (Vikipedi)”.
Alphonse de Lamartine (Türkiye Tarihi, İmparatorluk Yolu, c.2) adlı eserinde şunları belirtmektedir: “(Fetih öncesi) Askerlerine karşı verdiği sözü tutmaya mecbur olan Fatih Sultan Mehmed, kendisine başkent olarak seçtiği kentin harap olmasını istemiyordu (s.470).
…Ayasofya’ya doğru atıyla ilerledi. Askerleri binayı yağmalamayı yeni bitirmişlerdi. İçlerinden biri padişahın varlığına rağmen kıymetli bir mermeri sökmeye çalışırken, Fatih bütün şiddetiyle askere vurdu ve ‘sizlere esirleri ve hazineleri bıraktım, ama abideler yalnız bana aittir’ dedi.
Tapınağın büyüklüğüne ve kubbenin yüksekliğine hayran olan Fatih, … namaz kıldı. Bunca inancın artıkları ile kurulmuş bu Hristiyan tapınağının İstanbul’u fethedenlerin ilk camii olması için buyruk verdi. Çağrılan müezzinler tapınağın damına çıkarak ilk defa olarak Doğu Hristiyanlığının ıssız sokaklarında yankılar yapan ezanı okudular. Haçlar devrildi, tapınağın içinden aziz ve azizlere ait tasvirler dışarı çıkarıldı. Fatih’in mimarları, gözü önünde kubbenin fonunu teşkil eden renkli mozaikleri sökmeye başladılar. Hemen müdahale etti; ‘Durun! Mozaiklerin üzerini alçıyla örtün ki müminler rahatsız olmasın, fakat bu şaheser şeyleri parçalamayın’ (s.471).
Fatih’in bu sözlerini nakleden maiyetindeki İtalyan ve Bizanslılar, gençliğinde geçirdiği derin ve kozmopolit eğitimin dinî taassubunu yok ettiğini, Ortodoksların hurafelerinden olduğu kadar dervişlerin taassubundan da nefret ettiğini kaydederler (s.472).
Avgustion meydanından geçerken, elinde haçlı bir dünya tutan Justiyen’in atlı gümüşten heykelinin kaldırılmasını buyurdu (s.474).” demektedir.
II.Mehmet, ilk havan topu olarak bilinen “Şahin”in çizimlerini yapacak kadar mühendislik bilgisine sahip olduğu gibi, “Avni” mahlasıyla şiirler de yazıyordu.
Prof.Dr. Halil İnalcık: “Fâtih’in 1461’den beri resmini yaptırmak için İtalya’dan ressam istediği bilinmektedir. Nihayet ünlü Venedikli ressam Gentile Bellini (İstanbul’da ikameti Eylül/1479-Ocak/1481) gelmiştir. Bellini aynı zamanda yeni sarayın duvarlarını Rönesans üslûbu fresklerle süslemiştir.
Fâtih’in, 1458’de Atina’yı ziyareti sırasında Akropol’ü gezerek Atinalılar’a iltifatta bulunması, Medînetü’l-hükemâ’ya karşı eski İslâmî saygıdan doğmuş olabilir. Fâtih, Iustinianos’un heykelini dikkatle yerinden indirtmiş ve Ciriaco ile G.Dario’ya resmini yaptırmıştır. Fakat Belgrad seferine giderken top dökmek için erittiği ‘bakır at’ın bu heykel olması mümkündür (TDV. İslâm Ans. c.28/s.395-407.” diye açıklamaktadır.
İtalyan ressam Gentili Bellini’ye kendi hususi resmi olmak üzere çeşitli portreler ve heykeller yaptırmıştır. (Vikipedi’den).
Ancak kendinden sonra padişah olan oğlu II.Bayezid tam tersi bir anlayışa sahiptir. Bu konuda Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinin “Müsbet İlimler” başlıklı bölümünde; “Heykel, İslâm dininde yasaklanmıştır. Fakat İslâm’dan önceki Türkler’de vardır. İslâm’a geçtikten sonra da Türkler, hayli heykel yapmışlardır. Minyatür dışında resim de Eski Türkler’de ve Müslüman Türkler’de vardır.
(Resmin ve heykelin) Ortadan kalkması, II.Bayezid’in 1481’de cülusu iledir. Fatih’in Avrupa tarzı tablolarla süslediği saraylardan resimleri çıkartıp sattırmıştır (c.11, s.213).
II.Bâyezid, Avrupa resim sanatını reddeden adamdır. …babasının Avrupalı ressamlarını, sanatkârlarını kovdu (c.9/s.413).” demektedir.
Halka karşı tutumu
Lamartine (Türkiye Tarihi, İmparatorluk Yolu, c.2) adlı eserinden devam edelim: “Tekfur Sarayı’na girdiğinde ilk düşüncesi talihsiz Konstantin’in cesedini aratmak olmuştur. (s.472) …Sultan Mehmed Han, imparatorlara yakışan, Hristiyan törelerine uygun bir cenaze merasimi tertipledi.
Son imparatorlar devrinde tam yetki ile hüküm süren imparatorluğun büyük dükası ve amirali Notaras, Fatih’in huzuruna getirildi. (s.473) Fatih, …hürriyetini iade etti ve bir şeref kıt’ası ile sarayına gönderdi. …bu arada kilisenin yüksek rahipleri ile ilim sahibi papazları da bu himayeden istifade ettiler (s.474). (Ancak, bağışlandıktan sonra ihanete yeltenen Notaras, çocukları ile birlikte idam edilmişlerdir. s.481)
Muzaffer olarak şehre girişinin ertesi günü …Notaras’ın karısı olan ve ağır bir hastalıktan dolayı yatakta yatan prensesi ziyarete gitti.
Patrik elbisesini giyen ve şatafat içinde Tekfur Sarayı’na gelen Patrik Gennadius, rahiplerden meydana gelen bir kortejin ortasında, Sultan’ın elinden patrik tayin edildiğini gösteren fermanı aldı. Sultan kendisine hitap ederek, ‘Hristiyanlara ve patriklerine karşı benden önce imparatorların gösterdiği himayeyi göstereceğime emin olabilirsiniz’ dedi.
Tahtında oturan padişah ruhanî otoritesinin bir nişanesi olarak çoban asası ile tacı patriğe teslim etti. Taç giyme töreninden sonra …Patriği sarayın dış kapısına kadar götürdü, altın ve kıymetli taşlarla işlenmiş koşumları taşıyan bir ata binen Gannadius’u atın dizginlerinden tutarak bir müddet öylesine götürdü. Sultanın patrik için hazırlattığı saraya kadar vezirler, paşalar, yeniçeri ağası ve kalabalık bir muhafız kıt’ası patriğe refakat etti. Kiliselerin eşit şekilde paylaşılması her iki cemaatin arzusuna göre yapıldı. Sultan, yapılan bütün Hristiyan ayinlerine iki dine sahip bir halkın hükümdarı olarak katılıyordu (s.476).
Başkentin saldırılar, esir almalar ve kaçmalar yüzünden tenhalaşmış olmasından çekinen Sultan Mehmed, kâh vaadlerle, kâh tehditlerle Avrupa ve Asya eyaletlerine kaçmış olanları geri çağırtıyordu. Venedik gemileri ile İtalya’ya kaçmamış olanlar ile efendileri tarafından azad edilenler, … çağrısına uydular. Ve birkaç ay sonra İstanbul surları içinde Rumların sayısı Türkleri geçti (s.477).
Hıristiyan ve Yahudiler çok rahat bir hayat yaşadılar. Buna karşılık, Lamartine’in aynı eserinde; “II.Mehmed de kendinden önceki hükümdarlar gibi divan toplantısına sık sık başkanlık eder, bu arada çeşitli dilekleri olan Osmanlıları kabul ederdi. Bir gün Anadolu’lu bir Türkmen toz içinde elbiseleri ile İstanbul’a gelmiş ve divanın huzuruna çıkarak kaba bir şekilde sormuştu: ‘Aranızda Sultan olan kimdir?’
Bu küstahlıktan fena halde canı sıkılan vezir-i azam Mahmud Paşa, II.Mehmed’e imparatorluk makamının bu şekilde zedelenmemesi için teklifte bulundu. O günden sonra II.Mehmed, divan toplantılarına katılmadı (c.2/s.489).
Uzun Hasan’ın annesi Sâre Hatun, bir gün Fatih’e; ‘Oğul, bu sefil Trabzon şehri için bunca zahmet nedendir?’ diye sorunca; sözlerdeki gizli anlamı gören Fatih, ‘Ana, İslâm’ın kılıcını elimizde tutuyoruz; ancak bunca zahmet karşılığında gazi unvanını hak ederiz; eğer bugün veya yarın bu payeye erişemeden ölürsem, Tanrı ve Peygamber’in katında yüzlerine nasıl bakarım?’ diye cevapladı (c.2/s.506).
Padişahlar arasında en az inanç sahibi olan II.Mehmed, emeline varmak için Hristiyanlara hoşgörü, bozkır Türkmenlerine taassupla muamele ediyordu (c.2/s.507).
Haftaya devam…