“Ahilik Haftası”, çeşitli etkinlikler, toplantılar, ziyaretlerle kutlandı, videolarla “Ahilik kültürü” anlatılmaya çalışıldı. Ben de, 30 Mayıs 2024’de kaybettiğimiz Dr.Yusuf Ekinci’yi anmak, hem de yazımı hazırlamak üzere “Ahîlik” adlı kitabını (Ankara-1989, 2.baskı) tekrar okudum.
Yusuf hocayı, MEB merkez teşkilatında çalışırken tanıdım. Onu anlatmak için kısaca şunu belirtmem yetecektir sanıyorum: “Hepimizin ağabeysiydi.” Bakanlığın çeşitli kademelerinde görevlerde bulundu. Hizmetiçi Eğitim Dairesi Başkanlığı, Müsteşar Yardımcılığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ve Bakanlık Müşavirliği yaptı. Emekli olduktan sonra çeşitli STK’larda görev aldı; tecrübe ve birikimlerini dergi ve kitaplarda yazdığı yazılarla paylaştı. Burdur Milletvekilliği yaptı.
Bu dönemde en çok lafı edilen ve çeşitli eğitim ve etkinliklerle anlatılmaya çalışılan “Değerler Eğitimi” denilen konuyu biliyorsunuzdur? O kadar anlatılmasına rağmen bir gelişme oldu mu? Hayır. “Lafla peynir gemisi yürümüyor.” Maalesef! Ne verilen eğitim ne de anlatılan konular, çocuklarımızın ve gençlerimizin tutum ve davranışlarına yansımıyor. Çünkü kötü örnekler daha fazla… Niyetimiz samimi olmayınca değerlerimiz de değersizleşiyor. Öncelikle bunu sorgulamamız gerekiyor!..
“Ahilik Haftası”nı her yıl kutluyoruz; bir yararı oluyor mu? Bence hayır. Sadece lafı ediliyor ama uygulamaya bir türlü geçiremiyoruz. Belirttiğim gibi, her konuşulan değeri en başta kendileri yok ediyorlar. Her şeyin cılkı çıktı!..
Ahîlik kültürü
Sayın Ekinci kitabında; “Ahîlik İslam inancıyla Türk örf ve adetlerini kaynaştıran bir düşünce sistemidir. Bu düşünce sisteminde insan, sistemin ortasında oturtulmuş olup, her şey onun dünya ve ahiret mutluluğu için düzenlenmiştir. Hiçbir şeye eşref-i mahlûkât kabul edilen insandan daha fazla değer verilemez. Bu anlayış, Ahîliğin bütün faaliyetlerinde hâkim olan bir unsurdur. (s.17)
Ahîlik, her şeyden üstün tutulan insanın dünyasında ve ahiretinde mutlu olabilmesi için onu bir bütün olarak ele almış ve ‘insan-ı kâmil’ diyebileceğimiz bir ideal tip ortaya koymuştur. Ahî ahlâk kaidelerinden faydalanılarak özelliklerini sıralayabileceğimiz bu insanın görgü kaideleri ile de sosyal hayatı düzenlenmiştir. (s.17)
İslâm ahlâkı, Ahîlikteki ahlâk anlayışının formel (biçimsel) yanını meydana getirir. …formel ahlâk kaideleri şunlardır: (s.18)
-Gayrimeşru ilişkilerden (zinadan) sakınılmasını isteyen şalvar ile ilgili emir,
-İslâm dinine göre yasak edilmiş yiyecek ve içeceklerin yenilip içilmemesini isteyen mide ile ilgili emir,
-Yalandan, dedikodudan, boş laftan ve gıybetten sakınılmasını isteyen dil ile ilgili emir,
-Görülmemesi ve duyulmaması gereken şeylerin görülüp duyulmamasını isteyen kulak ve göz ile ilgili emir,
-Kötülük etmekten sakınılmasını isteyen el ve ayak ile ilgili emir,
-Dünya malına ve nimetlerine ahireti unutturacak kadar bağlanılmamasını isteyen hırs ile ilgili emir,
Bu emirleri ‘eline, diline, beline hâkim ol’ şeklinde özetleyen Müslüman Türk Milleti, hâlâ bir deyim olarak kullanmaktadır. (s.18)
Açık ve içe ait olan altı emirse şunlardır: Cömertlik, tevazu, kerem (âlicenaplık ve alçak gönüllülük), merhamet ve bağışlama, bencil olmama, realizm (uyanıklık, hayal şarabıyla sarhoş olmama).” (s.18) Diğer kuralları haftaya yazacağım.
Teşkilatlanma
Ahilik teşkilatının kuruluşunu bazı araştırmacılar VII-VIII. yüzyıllara kadar götürse de Türklerin İslâmiyet’i kabul etmeye başladıkları X-XI. yüzyılda kurulduğu söylenebilir. Ancak, XIII. yüzyılın birinci yarısında güçlü ve yaygın bir teşkilata ve müessiriyete (etkililiğe) ulaştığını ortaya koymaktadır. (s.5)
Ahîlik, Küçük Asya’da kökenleri oldukça geri yüzyıllara değin ulaşan, daha sonra da İslâm dininin de etki ve katkısı ile güçlenip yaygınlaşmış bir evren görüşü olarak tanımlanabilmektedir. (s.73)
Selçuklu sultanları Anadolu’da yeni bir bölgeyi fethettikleri zaman ilk iş olarak orada cami, medrese ve zaviye inşa ederlerken ticaret ve sanat erbabını da buralara yerleştiriyorlardı. (s.8) Türklerin kütle halinde yerleşik hayat tarzına geçmesi ekonomik yapıda da önemli değişikliklere yol açtı. Bu şartlar altında Anadolu’ya gelen göçebe Türk kütlelerini, zayıflayan aşiret yapılarının yerine geçecek bir teşkilatlanmaya zorlanmışlardır. (s.9)
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda da önemli rol oynayan Ahîlerin kurdukları Ahî birlikleri; Müslüman-Türk toplumunun ekonomik, sosyal ve kültürel hayatını tanzim eden kurumlardan biri olarak yüzyıllarca varlığını devam ettirmiştir… (s.3)
Ahî Birlikleri, köklü kültür değişmelerinin olduğu bir dönemde, birbirlerine karşı çatışmacı tavır alan grupları uzlaştırmak, zayıflayan aşiret bağlarının yerine yerleşik hayat tarzına uygun, koruyucu değerler meydana getirmek, Bizanslılara karşı Müslüman-Türk menfaatlerini korumak ve toplum huzurunun sağlanmasına yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur. Bu sebeple teşkilatın sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi yönleri vardır. (s.16)
Ahî birlikleri bir esnaf teşkilatı olarak kurulmamıştır. Ancak zamanla bu birlikler esnafla bütünleşmiş, ‘Ahîlik’ denilince esnaf, ‘esnaf’ denilince Ahîlik hatırlanmıştır. (s.111) Ahîlik esas itibariyle esnaf arasında benimsenmiştir. Bu bakımdan Ahîlik denilince esnaf, esnaf denilince de Ahîlik akla gelmektedir. Şüphesiz, Ahîliğin esnaf arasında gelişmesi tesadüf değildir. (s.29)
Ahî birlikleri, başlangıçta debbağ, saraç ve kunduracıları kapsayan bir teşkilat olarak ortaya çıkmış, gelişerek bütün esnafı ve üye olmak isteyenleri bünyesinde toplayan çok yönlü sosyal bir kuruluş haline gelmiştir. (s.30)
Araya “Kaşgarlı Mahmut'a göre XI.yüzyılda Türk Dünyası (Prof.Dr.Reşat Genç, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını, Ankara 2015)” adlı kitapta yer alan zanaatları (bazı meslekleri) ekleyeceğim.
“XI.yüzyılda …ticaret, ziraat, hayvancılık, avcılık ve balıkçılık ile el işleri, zanaatlar ve diğer meslek dalları… bakımından birtakım meslek gruplarına ayrıldığı muhakkaktır. (Kaşgarlı’nın) çağdaşı bulunan Yusuf Has Hacib ise kara budun (halk) hakkında şöyle bir sınıflama yapmaktadır: 1.Alimler, 2.Tabipler, 3.Efsuncular, 4.Rüya tabircileri, 5.Müneccimler, 6.Şairler, 7.Çiftçiler, 8.Satıcılar (tacirler), 9.Hayvan yetiştiricileri, 10.Zanaatkârlar (küçük esnaf), 11.Fakirler. (s.105)
Burada geçen esnafları da şöyle sayabiliriz: 1.Dokumacılık ve örgü işleri, 2.Keçe yapımı, 3.Hasır yapımı, 4.Çanakçılık, 5.Demircilik, 6.Dericilik, 7.Ayakkabıcılık, 8.Terzilik,
9.Marangozlar, 10.Kap-kacak tamirciliği, 11.Berberlik, 12.Kasaplık, 13.Fırıncılık. 14.Peştemalcılar.
Tekrar Yusuf hocanın kitabına dönersek; “Bedestan’, ‘Arasta’ veya uzun çarşı denilen bu işyerlerinde aynı meslek kolunda çalışanlar bir arada bulunurlardı… Berber, fırıncı, nalbant gibi herkesin her zaman ihtiyaç duyacağı esnafa her çarşıda dükkân açma izni verilirdi.
Her esnafın kendine has bir sancağı ve bir de alemdarı vardı. Genel olarak bu sancak yeşil atlastan olur, üzerinde ayetler yazılır, kırmızı-beyaz ipekten bir kordonun ucunda o esnafın alâmeti, amblemi bulunurdu. Nalbantların alâmeti bir gümüş nal, ayakkabıcıların ise bir çift patikti. (s.32)
(Y.Y: “Esnaf”, sınıf sözcüğünün çoğuludur; yani “sınıflar” demektir. Küçük sermaye ve zanaat sahibi kişileri tanımlar.)
Hak al hak ver. (s.108)