Yard.Doç.Dr. Ahmet Vehbi ECER’le yapılan söyleşi hakkındaki “115 Soruda Türk Alimi İmam Matürîdi, Yesevi Yayıncılık, 2015” adlı kitaptan çeşitli alıntılar yaparak daha önce birkaç köşe yazısı yazmıştım. Ancak, aldığım bazı notları paylaşamamıştım.
Bu yazımda, kısa bilgiler halinde bu notları aktaracağım: “Mezhep, kelime olarak ‘gitmek, gidilen yol, gidilen yer’ anlamlarındadır. Terim olarak, insanların dinin ana kaynaklarını anlama ve uygulamada ortaya çıkan farklılıklarının oluşturduğu dini gruptur. Mezhepler, kendi içinde, dini görünümlü siyasi mezhepler, itikadi (inançla ilgili) mezhepler ve fıkhî (ibadet, ahlak ve sosyal ilişkilerle ilgili) mezhepler diye ayrılırlar.
…Matürîdi; dinimizin öğrenilmesinin ve uygulanmasının, akıl kullanılmaksızın mümkün olamayacağını söyler. En iyi ve yararlı ibadetin ilim öğrenmek ve Kur’an’ı anlayarak okumak olduğunu belirtir.”
Maturîdi döneminin belli başlı mezhepleri: Eş’arilik, Haricilik, Babekîlik, Cebriyyecilik, Dehrîlik, Kerramîlik, Selefilik, Mürcîelik ve Mu’tezilecilik’tir. Bunlardan, Matürîdiliğin ortaya çıkmasına ve taraftar toplamasına sebep olan bazı akımlardan (mezheplerden) kısaca bahsedelim:
Selefiye: “Bunlar, Müslümanlığı Hz.Peygamber zamanında buldukları gibi devam ettirmek gayretiyle Kur’an ayetleri ve Peygamber’in hadisleriyle yetinerek, bunların dışındaki şeyleri inanç ve uygulamaya katmamak için inanç konularında yorum, tartışma ve derinleşmekten kaçınırlar. Akla başvurmazlar ve yoruma (te’vile) müracaat etmezler. Kur’an ve sünneti düz anlamlarıyla aynen kabul ederek dinin zor konularını çözmek için aklın hakemliğine ve yoruma yanaşmazlar. Zira onlara göre Kur’an ve hadislerde anlatılan hususlardan maksadın ne olduğunu kimse bilmez.
Selefiye Kur’an’ın yorumuna, açıklanmasına, hatta neyin kast edildiğinin düşünülmesine izin vermez. Selefilerin metotlarına göre dinle ilgili hiçbir şey sorulmayacak, sorulursa cevaplandırılmayacak, hatta zihinden bile herhangi bir soru geçirilmeyecektir.
…Dine yeni girenlerin sordukları sorulara Selefiler cevap veremediler, çelişkili görünen konularda açıklama yapamadılar. Mesela; bazı ayetlerdeki ‘Allah’ın gözü, Allah’ın eli’ ifadelerinden Allah’ı, insan gibi düşünenler olmuştu (Müşebbihe). Oysa ki, birçok ayette Allah’ın hiçbir şeye benzeyemeyeceği ısrarla vurgulanır. Bu çelişkili görünümleri aklı kullanamayan Selefiyye çözemez, İslam dinini savunamaz durumda idi. En önemli problemlerden biri de günah işleyen kimsenin sonunun ne olacağı idi.”
Cebriyeciler: “Bazıları olayların, eylemlerin insanların iradesine bağlı olmayıp, Tanrı tarafından, önceden değişmez bir şekilde tespit edildiğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre her şey Tanrının emrine bağlıdır, insanın iradesi, çabası ile değiştirilemez. Kulların eylemleri (fiilleri) kendi iradelerine, isteklerine bağlı değildir, ilahî iradeye tabidir. Açık ifadeyle, insanların eylemleri (fiilleri) doğrudan doğruya Allah’ın fiilleridir. …İnsanların yaptıkları ve yapacakları hiçbir şey kendi iradesiyle değildir, önceden takdir edilmiştir ve yapmaya mecburdurlar, yapıp yapmama hürriyetleri yoktur.”
Cebriye mezhebi (fatalism) karşısında, bu mezheple taban tabana zıt görüşleri ileri süren bir grup oluştu. Bunlar da “kulları, yani insanları kendi eylemlerinin hâlikı, yani yaratıcısı olarak kabul ediyor” ve Kaderiye Mezhebi adını taşıyorlardı. Başka ifadeyle Kaderiye’ye göre: “İnsanın bütün eylemleri Tanrının iradesinden tamamen ayrı olarak sadece kendi iradesiyle meydana gelir. …İnsanın (kulun), Tanrı’nın dahli olmaksızın başlı başına ve hür olarak eylem (fiil) yaratacak kudrete sahip olduğunu iddia ederler.”
Bu mezheplerin yetersizliği ve aczi karşısında Mu’tezile ortaya çıktı. “…Mu’teziler, dini anlama ve anlatmada akla kıymet vermiş ve dinin ana kaynaklarını (nakli) ikinci planda tutmuşlar, yani ihmal etmişlerdir… Ancak, bunlar İslam dünyasında akılcı ve ilimci bir hareketin gelişmesi ve oluşmasına vesile olmuşlardır. Fakat kendi fikirlerindeki çelişkileri çözememişlerdir. Mesela büyük günah işleyenler ne mümindir ne kafirdir derken, tevbe etmeyenlerin cehennemde kalacaklarını ifade ederek Haricîlerin görüşlerine uymuşlardır.
…Mu’tezile Mezhebi’ne göre Allah âdil’dir. Bu adaleti gereğince insanlara irade hürriyeti vermiştir. İnsan hürdür, kendi eylemini (fiilini) kendisi yapar. Allah doğuştan kullarına bir iş yapıp yapmama gücü vermiştir… Bu adalet anlayışları sebebiyle kulların istedikleri (ihtiyari) eylemlerini Tanrı’nın yaratması, sonra da bu eylemlerden kötü olanlara karşılık cezalandırılması zulümdür. Adil olan, kulun eylemlerine karışmayarak tamamen kulun hür iradesine bırakmasıdır.
Bu görüşlerinden hareketle; “insanların iyi veya kötü eylemlerinden dolayı Tanrı’nın affetme yetkisinin olmadığı, başka bir ifadeyle, kötü eylemde bulunanların affedilmesinin Allah’ın adaletine aykırı olduğu, iyi eylemlerde bulunanların da cennete girmesine engel olunamayacağı sonucuna varmışlardır.”
Mu’tezile’nin metotlarını kullanan, Kur’an ve sünneti de ihmal etmeyen Ebu’l-Hasan el-Eş’ari (Arabistan, ö:935), Ebu Mansur Muhammed el-Matüridî (Maverâünnehr, ö:944), Ebu Cafer et-Tahavi (Mısır, ö:944) gibi bazı bilginler ortaya çıkmıştır.
Bütün bu farklı görüşler karşısında oluşan Ehl-i Sünnet mezheplerinden Selefiye bu konuları tartışmaktan kaçınmış ama Eş’ariye ve Matüridiye mezhepleri çelişkileri çözmeye çalışmışlardır.
Kur’an’ın anlaşılması konusunda; “Matüridi’nin anlayışına göre tefsir, bir ayete kesin bir ifade ile anlam vermektir. Bu husus ancak Hz.Peygamber ile vahyin gelişine şahit olan sahabeye ait olabilir. Te’vil ise ayeti ihtimal çerçevesinde açıklamaktan ibarettir veya ihtimallerden birini tercihten ibarettir.
Matüridi’nin akaid (inanç ilkeleri) ile ilgili en güvenilir eseri ‘Kitab üt-Tevhid’ adlı kitabıdır. Bu esere göre dinin öğrenilmesinde başvurulacak vasıtalar iki olup, biri nakil diğeri akıldır. Nakil’den maksat Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’tir.
Matüridi’ye göre, dinin kaynağı olarak nakil (Kur’an) ve akıla aynı oranda itimat etmek gerekir… Kur’an’ı da aklı da ihmal etmez ve dini insanlar için mutluluk kurumu olarak görür. …dinin esasını (özünü) ilgilendirmeyen görüş farklılıklarını hoş görür, onları dinden çıkmış saymaz, kafirlikle suçlamaz. Maturidî aklın ihmalini, akıl yürütmenin terk edilmesini istemez, akıl ve nakli değer bakımından dengede tutulmasını ister. Birinin diğerine tercihini uygun görmez. …Kelime-i şehadet getiren, kıbleye yönelen herkese mümin gözüyle bakar.
Matüridi, …bilgi edinme yollarını sağlam duyu organları, doğru haber ve akıl olarak sıralar. …bu yolların dışında keşf, ilham, müşahade ve sezgi gibi, kalbe doğma gibi hususların bilgi kaynağı olarak görülmesini ve gösterilmesini kabul etmez.
Eş’ariye ve Matüridiye arasındaki farklılıklar dinden çıkmayı gerektirmeyen dinin teferruatlarıyla ilgili -özüyle ilgili olmayan- hususlardır. Ancak Eş’ariye’nin ileri sürdüğü görüşlerin birçokları akla zıt olan bir mahiyet arz etmektedir. Aklın kullanılmasını engelleyici görüşler dolayısıyla değişen ve gelişen dünya şartlarına ayak uydurmayı frenleyen bir rol oynamış ve bu mezhep büyük ölçüde devlet desteği temin etmiş olmasına rağmen İslam dininin cihanşümul olma özelliğine katkıda bulunamamıştır.”
Osmanlı’nın, 1517’de Mısır’ı fethinden yıkılışına kadar olan dönemi bu çerçevede değerlendirebilir miyiz?..