Döneminde gerici çevrelerce “Gavur Padişah” denilen II.Mahmud’un tahta çıkışı sırasında yaşananları; Yılmaz Öztuna’nın “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinden aktarıp bitireceğim: “Kabakçı (Mustafa) irticaında, Nizam-ı Cedid taraftarlarından ve bu hareketin başı olanlardan ele geçirilenler, asiler tarafından parçalandı ve malları yağmalandı. Ancak en değerli Nizam-ı Cedid erkanı kaçıp, Rusçuk (Bulgaristan)’ta Vezir Alemdar Mustafa Paşa’ya sığındılar. Bu zatlara ‘Ruscuk Yaranı’ denmektedir. Ruscuk yaranının başına Alemdar Mustafa Paşa geçmişti (c.6/s.417).
IV.Mustafa, Alemdar’ı İstanbul’a çağırmaya razı oldu. Alemdar, önden 800 süvari göndererek 13 temmuz gecesi Rumelihisarı’ndaki evinde zifafa giren Kabakçı Mustafa Ağa’yı bastırıp öldürttü.
İrtica hareketine karışan ilmiye mensupları, çeşitli yerlere sürülerek İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Bu durumda Sadrazam, Alemdar’a hizmetinden dolayı teşekkür edip, Rusçuk’a dönmesini emretti. Alemdar’ın tam bir hafta maksatsız vakit geçirmesi ve sonunda böyle bir emir alması, büyük gafletti. Paşa, 28 temmuz sabahı 15.000 askeriyle Bab-ı Ali’ye giderek Sadrazamdan zorla Mühr-ü hümâyûnu aldı.
Alemdar, Bab-ı Ali’den Topkapı Sarayı önüne geldi. IV.Mustafa, Alemdar’ın maksadını anlamıştı. IV.Mustafa, eski padişah amca oğlu III.Selim’le Veliahd-Şehzade Mahmud’un yani kardeşinin öldürülmeleri emrini verdi. Hayatta başka Osmanoğlu bulunmadığı için, bu durum tahakkuk ederse Alemdar, mecburen onun hükümdarlığını ilan edecekti (c.6/s.418). III.Selim’in dairesine girdiler. O sırada çaldığı neyiyle nefsini savunmaya çalışan III.Selim sağ şakağına yediği bir kılıç darbesiyle şehid edildi.
IV.Mustafa, Alemdar’ın ümidini kırmak için III.Selim’in cesedini avluya naklettirdi. İlerleyen Paşa, cenazeyi görünce ‘Vay efendim, seni iclas (tahta çıkarmak) içün bunca yerden geleyim de şu kör olası gözlerim seni bu halde görsün; heman “Enderun halkı” denen hainleri katl-i â’m edip intikamın alayın!’ diyerek III.Selim’in üzerine kapanıp ağlamaya başladı. Yakınlarının Veliahd-Şehzade’nin hayatını kurtarmak için harekete geçmesi ihtarı üzerine ayrılıp ileriye doğru yürüdü. Tam bu sırada uzaktan perişan bir halde Sultan Mahmud göründü. Veliahd’ı tanımayan Alemdar: ‘Abe bu da kimdir?’ diye sorunca, İmam Hafız Efendi: ‘Sultan Mahmud Han Efendimiz budur!’ dedi. Derhal etek öpen Alemdar, Veliahd-Şehzade’ye biat etti (c.6/s.419). II.Mahmud, sadareti Alemdar’a verdi ve ilk iradelerini bildirdi.
II.Mahmud, diktatörlüğe heveslenen Alemdar’dan memnun değildi. Ocak’tan yetişmesine rağmen gurura kapılan Alemdar, Yeniçerilere ehemmiyet vermiyor: ‘Manav ve leblebici güruhu’ diye kendilerini açıkça tezyif ediyordu. 14 kasımı 15 kasıma bağlayan gece … Yeniçeriler, Alemdar’ın sarayını kuşattılar (c.6/s.421). Alemdar, bir avuç adamıyla kıyasıya dövüşüyordu. Bulunduğu yerin damının delinmekte olduğunu görünce, getirttiği bir barut fıçısına tabancasıyle ateş etti. Dehşetli bir patlama oldu. Damdaki 500’den fazla Yeniçeri havaya uçarak öldü. Alemdar da kendisini terk etmek istemeyen birkaç yakınıyla şehid düştü (c.6/s.422).
IV.Mustafa, aynı günün gecesi, Kadı Abdurrahman Paşa’nın öncülüğüyle (III.Selim’i şehid ettirdiği harem dairesinde) kuşakla boğuldu. …Ne mürteciler padişahı yenebilmişler ne de padişah onları temizleyebilmişti. Bundan sonra 18 yıla yakın bir müddet ince bir dengeyle hayatlarını devam ettirdiler. Sultan Mahmud, büyük bir sabırla, harekete geçeceği anı beklemeye başladı. 18 kasımda II.Mahmud, Segban-ı Cedid’i ilga ettiğini ilan etti. Bunun üzerine ihtilalciler, zaten ortada tahta çıkaracak şehzade kalmadığı için, II.Mahmud’un padişahlığına razı oldular (c.6/s.423).
Bab-ı Ali, o kadar himaye ettiği ve bir hükümdar derecesinde imtiyazlar tanıdığı Ortodoks Cihan Patriki Grigorios’un asilerle iş birliği halinde olduğunu tesbit edince, 22 nisan 1821 günü kendisini tevkif ederek Fener Patrikhanesi’nin orta kapısında astırdı. Göğsüne ihaneti anlatan bir yafta yapıştırılan Patrik’in cesedi, 3 gün İstanbullulara teşhir edildi. Yeni Patrik’in emriyle bu orta kapı, o tarihten itibaren kapatılıp iptal edildi ve bir Türk devlet veya hükümet başkanı aynı yerde asılıncaya kadar açılmamasına karar verildi (c.6/s.442).”
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması
Bu konuya, önceki yazılarımda çok değinmiştim ama fazla ayrıntıya girmeden Yılmaz Öztuna’nın aynı eserinden bazı alıntılar yapacağım: “Sultan Mahmud, Sancak-ı Şerif’in Sultanahmet Meydanı’na dikilmesini ve vatanını seven her İstanbullu’nun sancak altında toplanmasını irade etti (c.6/s.446). …kadınların bile sokağa dökülüp nümayişlere katıldıkları görüldü (c.6/s.447).
Akşama doğru artık yeryüzünde Yeniçeri Ocağı diye bir şey kalmamıştı. 6.000 yeniçeri öldürülmüştü. Burada şunu belirtmek lazımdır ki, bu Yeniçeri kalabalığının büyük kısmı devşirme değildi. Son devşirme yazılmasının üzerinden bir asırdan fazla bir zaman geçtiği gibi, ondan önce de pek uzun müddet devşirme yazılmamıştı (c.6/s.446).
Millet, bu eşkıya ocağından kurtulduğu için sevinç içindeydi. Devrin büyük şairi İzzet Molla, şu güzel kıt’ayı olaya tarih düşürdü (Meydan-ı Lahm = Et Meydanı, Aksaray Meydanı, baği = haydut, eşkıya):
Tecemmû eyledi Meydan-ı Lahm’e
Edip Küfrân-ı nimet nice bâği
Koyup kaldırmadan, ikide bir de
‘Kazan devrildi, söndürdü ocağı’ (c.6/s.450).
Bu sırada 28 Haziranda Bab-ı Ali, Türkiye tarihinde ilk defa olarak dış borçlanmıya gitti. Savaş giderlerini karşılamak üzere İngiltere’den %5 faizle 5 milyon İngiliz altını alındı. Bundan böyle dış istikrazların sonu gelmeyecek ve 20 yıl geçmeden Türk maliyesi iflas etmek tehlikesiyle karşılaşacaktır (c.7/s.50).
II.Mahmud, Kapıkulu Ocakları’nın bir parçası sayarak Mehter-Hane-i Hâkaani-yi de kapamıştı. Mehter-Hane’nin kapatılması çok ağır bir hata idi, zira Avrupa askeri musikisini, mehter musikisini taklid ederek kurmuş bulunuyordu (c.9/s.384).
Yeniçeri Ocağı arşivi, …Bu muazzam arşiv, Vak’a-yi Hayriyye’den sonra, ocağın kökünü kazımak için, Ayasofya’da Mimar Sinan’ın meşhur çifte hamamının külhanında, bir kısmı da meydanlarda halkın gözleri önünde yakıldı (Lutfî, I, 152) (c.9/s.393).
1808 ile 1826 arasında yeniçerilerin son irtica devrinde birçok müessese geriledi veya yok oldu. 14 mart 1827’de Tıbhane-i Amire kuruldu. …bir fakülte idi: Mekteb-i Tıbbiyye-i Askeriyye-i Şahane. … 1834’te Maçka’da Mekteb-i Harbiyye-i Şahane, bugünki kara harb okulu açıldı (c.10/s.413).
II.Mahmud, büyük karşı koymalara rağmen Avrupa’ya talebe gönderdi. Daha 1829’da Avrupa’da 100’den fazla Türk talebe vardı (c.9/s.146).
1826 Vaka-i Hayriyyesi’ne kadar sarayında meşihat işlerini gören şeyhülislâm, bu devirde diğer bakanlıklar gibi resmi daire sahibi oldu (c.10/s.240).
Vaka-i Hayriyye’den sonra II.Mahmud -yeniçerileri desteklediği için- bütün Bektaşi tekkelerini kapattı (c.10/s.373).
II.Mahmud ölmeseydi, sadrazam unvanı ortadan kalkıp başvekiller devri başlayacaktı (c.8/s.433).
Tanzimat’tan önce padişahların elçilerle konuşması adet değildi. II.Mahmud, kanunu bozarak elçilerle konuşmaya başladı (c.9/s.14).
Osmanlı ile İran arasında son savaşlar (1821-1823) yapıldı.