(Ebu Davut’tan) Bir hadiste; “Hayırlınız, aşiretini (kavim ve soydaşını) müdafaa edendir. (Bu yolda) günah işlemedikçe…”
(Müslim’den) Bir hadiste de “Her kim, asabiyete -ırkçılığa- davet ettiği veya asabiyet yardımı yaptığı halde ölürse, onun ölümü bir çeşit cahiliye ölümüdür.”
Peygamberimiz ise bütün insanlığa seslendiği “Veda Hutbesi”nin bir bölümünde: “Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki rabbiniz birdir, babanız birdir. Arap’ın başka ırka, başka ırkın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza, dindarlık ve ahlâk üstünlüğü dışında bir üstünlüğü yoktur” buyurmaktadır.
“Kavim” sözcüğünün, Kur’an’da üç yüzden fazla geçtiği belirtilmektedir. Hucurat Suresi(49/13)’nde geçen “şuub (tekili:şa’b)”, Osmanlıca sözlüklerde “cemaatler, taifeler, kabileler, halklar, milletler” anlamındadır.“Şa’b”, yani “millet” kelimesi Türkçe’ye geçen “şube” sözcüğüyle aynı kökten olup insanlığın bir şubesi, bir bölümü manasındadır. Kısacası “kavim” ve “millet” anlamındadır.
Araplar, soy konusunda İslâm’dan sonra da ciltler dolusu kitaplar meydan getirmişler; hatta “ilm’ül ensab (soylar ilmi)” diye bir bilgi dalı ortaya koymuşlardır.
İslâm; belli bir zamanla sınırlı ve belli bir kavme gelmiş yerel bir din değildir.
Peygamberlerin soyları
Kur’an ayetlerinde çeşitli vesilelerle peygamberlerin soylarından bahsedilmektedir.
(Ali İmran,3/33-36): “Allah, birbirinden gelme nesiller olarak Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip alemlere (bütün yaratılmışlara) üstün kıldı. Allah hakkıyla işitmekte ve bilmektedir. Bir zamanlar İmran’ın karısı şöyle demişti: ‘Rabbim! Karnımdakini kayıtsız şartsız sana adadım, benden kabul buyur; kuşkusuz sensin her şeyi işiten, her şeyi bilen.’ Onu doğurunca dedi ki: ‘Rabbim! Onu kız doğurdum. -Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir- erkek de kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum, işte ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı senin korumana bırakıyorum.”
(Ankebut,29/27): “Ona (İbrahim’e) İshak ve Yakub’u bağışladık, soyundan gelenlere peygamberlik ve kitap verdik. Ona bu dünyada mükafatını verdik; o, ahirette de iyiler arasında yer alacaktır.”
(Araf,7/65): “Ad kavmine de kardeşleri Hud’u (gönderdik). O dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka Tanrınız yoktur…” (Araf,7/73): “Semud’a da kardeşleri Salih’i (gönderdik). Onlara ‘Ey kavmim’ dedi, ‘Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka Tanrınız yoktur…” (Araf,7/85): “Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka Tanrınız yoktur…”
(Bakara,2/124): “Vaktiyle rabbi İbrahim’i bazı sözlerle sınayıp da İbrahim onları eksiksiz yerine getirince, ‘Ben seni insanlara önder yapacağım’ buyurmuştu. İbrahim, ‘soyumdan da’ deyince, rabbi ‘Vaadim zalimleri kapsamaz’ buyurdu.” (Bakara,2/128): “Ey rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz tövbeleri kabul eden, merhameti bol olan yalnız sensin.”
Allah tarafından peygamberlik ve insanlara önderlik gibi büyük bir nimete kavuşacağını öğrenen Hz.İbrahim; hemen şefkatle, “soyumu, zürriyetimi de aynı nimete nail eyle” diye kendi soyu lehinde duada bulunmuştur.
(Buhari’den) Peygamberimiz; “Ey Aişe! O cariyeyi azat et (hürriyetini ver). Çünkü o, İsmail evlatlarındandır.” demiştir.
Peygamberimizin soyu da Hz.İbrahim’e dayanmaktadır.
Irkçılık ve Milliyetçilik
İslâm; ırkı/soyu kabul etmekle birlikte geçmişte yapılan yanlışları düzeltmiş ve doğruya yöneltmiştir. Irkçılığı yasaklayan İslâmiyet; milliyetçiliği teşvik etmiş, milliyetçiliği meydana getiren unsurlardan “soy” ve “soydaşlık” kavramına önem vermiştir.
Arapçada “millet” kelimesi, Zemahşerî (Arap dili ve edebiyatı konusunda otorite kabul edilmiş bir şahsiyettir ve Arap asıllı olmamasına rağmen ‘Şeyhü’l Arabiyye’ diye nitelendirilmiştir. TDV.İslâm Ans.)’nin beyanına göre “tutulan yol” demektir. Mecaz olarak “din” anlamında da kullanılır. Şehristanî’nin “el-Milel ve’n Nihal”de ifade ettiğine göre “din, şeriat ve millet” gerçekte aynı şeylerdir. Ancak, kullanırken; itikat ve iman bakımından “din”, amel ve tatbikat bakımından “şeriat”, sosyal gerçeklik bakımından “millet” denilebilir. Millet; Osmanlıca’ya ve Türkçe’ye “kavim”, “şuurlu halk” manasıyla geçmiştir.
Araplar, “millet” sözcüğü yerine aynı manaya gelmek üzere “kavim, şa’b, ümmet” kelimelerini kullanmaktadırlar. “Arap Milleti” manasında, bazan “Şa’b’ül Arabiyye” bazan “Ümmet’ül Arabiyye” bazan da “Kavm’ül Arabiyye” demektedirler; Türk Milleti için de “Şa’b’üt Türkî”.
Osmanlıca’da herhangi bir mana karışıklığına meydan verilmemesi için “millet” sözcüğünden “ism-i masdar (bir kökten üretilen isim)” olarak “milliyet” sözcüğü türetilmiş ve her biri ayrı mananın karşılığı olarak kullanılmıştır. “Milliyet” belli esaslar ve prensipleri, “millet” ise bu esasları ve prensipleri benimseyen ve çevresinde toplanan insan kitlesini ifade etmektedir.
Irkçılık ile milliyetçilik aynı değildir: Irkçılık, kendi kavmini korumak maksadıyla diğerlerine zulmetmektir. Milliyetçilik ise başka milletlere, kişilere zulmetmeden kendi milletini sevmek, birliğini korumak, yükseltmek, geliştirmek, kalkındırmak için çalışmaktır.
Irkçılık, kendi milletinin menfaati uğruna başka milletleri ezmeyi, zulmü altına almayı, diğer milletleri horlamayı, aşağı görmeyi esas alır. Milliyetçilik ise başka bir milleti horlamayı, ezmeyi, sömürmeyi kabul etmez.
Irkçılık saldırmaktır, tecavüzdür; milliyetçilik ise savunmadır, müdafaadır.
Kısacası, kişinin milletini sevmesi ırkçılık değildir. İslâm’ın reddettiği ırkçılığı, Türk milliyetçileri de reddeder.
Bugün, birçok konuda olduğu gibi “milliyetçilik” ve “ırkçılık” konusunda da mefhum (kavram) ve mana (anlam) kargaşası yaratılmaktadır.
Milliyetçiliğe karşı olanlar; bilerek veya bilmeyerek “ırkçılık” olarak nitelendirmekte ve "ırkçılığın İslam’da yeri olmadığına göre milliyetçiliğin de İslam’da yeri olamayacağını" söylemektedirler. Bunlar, İslâm’a göre meşru sayılan ve itibar gören saf ve masum milliyetçiliği, ırkçılık olarak görmek, göstermek istemektedirler.
Bazı cahiller ve/veya âlim görünümlü kişiler; ülkesinin ve milletinin meşru hak ve çıkarlarını savunan milliyetçilere, haksız ve yanlış olarak “ırkçı” sıfatını yakıştırmaktadırlar. Ancak, bu şekilde asıl ırkçıları, emperyalistleri göz ardı etmektedirler. Hem de bilerek veya bilmeden ya da kasıtlı olarak İslâm’ı tahrif edip (bozup) bölücülüğe hizmet ediyorlar.
Görüyorsunuz; bütün dünyada -bugün bile- maddeten ve manen en çok zulüm görenler ve hâlâ esaret altında yaşayanlar Türklerdir.
Şu ayeti çok iyi anlamak lâzım. (Maide,5/54): “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.”
Genel kanı, bu ayette bahsedilen kavmin “Türkler” olduğu şeklindedir.