~~Türk Dünyasının bir araya getirilmesi için en çok yapılması gereken, -ister resmi isterse sivil toplum kuruluşları tarafından olsun-çeşitli vesilelerle sık sık toplantılar yapmaktır. Toplantılardan hiçbir şey çıkmasa bile bir araya gelmek dahi -bana göre- yeterli ve güzel bir faaliyettir.Bu toplantılara katılan insanlar; birbirlerini tanımakta, kaynaşmakta, ülkeleri ve toplulukları ile ilgili bilgiler vermekte, deneyimlerini paylaşmaktadırlar. Kırımlı eğitimci ve düşünürümüz İsmail Gaspıralı Beyin,Türk halklarını birlik ve dayanışmaya çağıran meşhur sözüyle “Dilde, fikirde, işte birlik” böyle sağlanacaktır.
Uluslararası Avrasya Eğitimcileri Federasyonu’na bağlı KKTC Teknik Öğretmenler Derneği tarafından 27 Eylül 2014 tarihinde Girne’de organize edilen “Uluslararası Karşılaştırmalı Eğitim Sempozyumu’na katıldım. Toplantıya Türkiye, Azerbaycan, Irak, İran, Kosova, Moldova, Romanya ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden temsilciler ve öğretmenler katılmışlardır.
Temsilciler özellikle ülkelerindeki eğitimle ve Türkçe ile ilgili sıkıntılarından bahsetmişlerdir.Tabii ki, Türk ülkelerinin ve topluluklarının çok fazla sorunları vardır. Bu sorunların hemen çözülmesinibeklemek yanlış olur. Kimsenin elinde sihirli değnek yoktur. Yıllardır birbirlerinden ayrı kalmış, bir devletin sömürgesi altında yaşamış veya bir devlet içinde kendisini tanımlayamamış veya buna izin verilmemiş yılları gözönünde bulundurmak gerekir. Bu süre öyle kısa bir dönemde değil, tam 70-80 yıl… “Böl-yönet” anlayışı içinde oraları idare etmişler.
Sovyetler Birliğinin 1991’de yıkılması ile birlikte yeni Türk Cumhuriyetleri ortaya çıktı. Ayrıca; Rusya’nın, Ukrayna’nın, Moldova’nın içindeki özerk bölgelerde Türk topluluklarının varlığı görüldü. Yine, Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte bugün oluşan 7 ülkenin bazılarında, özellikle Balkanlarda “Evlad-ı Fatihan dediğimiz” Türk topluluklarının bulunduğu görüldü.
Okuyan ve araştıran birisi olarakşu kanıya vardım ki: Allah (C.C) Türk Milleti’ni çok seviyor. Tüm eksiklerine, hatalarına, yanlışlarına rağmen seviyor. Türk Milleti’nin kendisi veya Türk topluluklarından herhangi birisi yanlış yapsa bile, bir vesile ile o yanlışı düzeltiyor vemilletimizi koruyor. Mesela: Kıbrıs’taki “Annan Planı” ile ilgilireferandumunTürk ve Rum tarafındaki sonuçlarını ben böyle yorumluyorum.
Yine, imkânlarım el verdikçe ve mümkün oldukça seyahat eden birisiyim. Bu gezilerim sırasında gözlemlerimden çıkardığım ikinci bir husus ise; -Bilim adamlarının bazıları da belirtmektedir- Türk Milleti’nin bazı zaaflarının olduğudur. (Belki Allah’ın genlerimize yüklediği bir zaaftır, bilemiyorum.)En barizi çabuk asimilasyon olmalarıdır. Fethettikleri yerlerdeki halkın dillerini, dinlerini kendilerine benzeteceklerine; o yerlerdeki halkın dillerine, dinlerine uyum sağlayarak kendileri asimile olmuşlardır. Bugün bazı Türk kökenli kişiler, kendilerinin Türk olduklarının farkında bile değillerdir. Onları suçlamak istemiyorum. Çünkü 70-80 yıllık bilerek ve maksatlı bir şekilde sürdürülen sömürge eğitiminden geçmişlerdir. Ruslar kril alfabesini kullanarak dillerini yaymışlar ve eğitimi şekillendirmişlerdir.
Geçmişte İngilizlerin uzak doğuda, Fransızların Afrika’da uyguladıkları dil eğitimi politikalarının bir benzerini de Sovyetler, Türk devlet ve toplulukları üzerinde uygulamıştır. Bugün halâ Hindistan, Pakistan ve diğer uzak doğu ülkelerinin dili İngilizcedir ve kurtulmaya çalışmaktadırlar. Afrika ülkelerinin bazılarının dili ise Fransızca’dır. En uzun yaşayan son iki devletimiz Selçuklu ve Osmanlı böyle bir politika uygulamadığı gibi; tam tersi Selçuklu da saray dili Farsça, Osmanlı da saray dili ise Arapça-Farsça-Türkçe karışımı Osmanlıca dediğimiz bir dili konuşmuşlardır. Tabii ki halk Türkçe konuşmakta idi. Onun için Karamanoğlu Mehmet Bey “Türkçe konuşulacaktır.” diye ferman yayınlamak ihtiyacını duymuştur. Herkes bildiği için onu örnek veriyorum: Yunus Emre şiirlerini halkın konuştuğu Türkçe ile yazmış ve söylemiştir. Yaşayan Türkçe’mize en çok katkı yapan şairlerimizdendir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk diline, yani Türkçe’ye önem verdiğini söyleyebilir miyiz? Hayır. Çarşılarda dükkân tabelalarını görüyorsunuz, bunlara baktığınızda kendinizi bir Türk ülkesinde sanabilir misiniz? Üniversitelerinizde eğitim dili neredeyse İngilizce olmuştur. Liselerde, ortaokullarda ve ilkokullarda İngilizce eğitim veriliyor, verilmeyenlerde de bu yönde teşvik ediliyor. Artık Anaokullarına kadar İngilizce girdi. Ne yapacağız. Türkçe eğitim yerine İngilizce eğitimin teşvik edilmesi bir yana, nerede ise zorunlu hale getiriliyor. Maalesef milli şuurdan/bilinçten yoksun bir toplum olduğumuz için, veliler de bu yönde hareket ediyor. Yabancı dil öğrenme/öğretme ile yabancı dille eğitimi bir türlü ayırt edemedik, halkımıza da anlatamadık. Allah sonumuzu hayr eyleye…
Her yıl “Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları” bir ülkede toplanıyorlar ve gündemdeki konuları görüşüyorlar. 3 Ekim 2009 tarihinde Nahçivan’da yapılan toplantıda birçok kararlar alınmıştır. Daha sonra yapılan 16 Eylül 2010 İstanbul, 21 Ekim 2011 Almatı ve devamı toplantılarda daeğitim, dil birliği, ortak tarih ve benzeri konular görüşülmüştür. Latin harflerine geçilmesi en önemli husustur. Henüz tam başarılamamıştır. Ancak, devletlerin ve milletlerin hayatında 20 sene, 30 sene çok uzun zaman değildir. Latin alfabesine geçmediler diye kimseyi suçlayamayız. Sabırlı olmak, ancak aynı zamanda kararlı da olmak lazımdır.
Son olarak benim bu yazıda söylemek istediğim husus şudur: Türk devlet ve topluluklarının sorunlarını çözecek olan Türkiye Cumhuriyetidir. Büyüklük taslamadan “Lokomotif görevini” biz yapacağız. Devletimiz resmi görüşmeleri yaparken, bu alanda faaliyet gösteren STK’lara dayardımcı olmalıdır. Hatta STK’ları bu tür etkinlikleri yapmaları için yönlendirmeli ve destek vermelidir.
Ancak, yukarıda açıkladığım gibi kendi sorunlarını çözemeyen, her geçen gün milli olmaktan uzaklaşan, Türk Milletini,devleti kuran asli unsur değil de etnik gruptan biri gibi gören bir yönetimle bunları ne kadar başarırız bilemiyorum. Takdir sizindir.