Geçmişte defalarca “Soyadın neden Yeniçerioğlu?” sorusuyla karşılaştım. “Büyük dedemiz Yeniçeri imiş” dediğimde, bazıları: “Öyleyse siz devşirmesiniz” diye cümlesini tamamlıyordu. Bu ifadeleri, “ağız alışkanlığıyla söylenmiş” kabul ediyor, kızmıyordum: Dahası üzülmediğim gibi gocunmuyordum da… Çünkü tarihimiz, okullarda bu kadar öğretiliyordu.
Yeniçeriler ve Ocak
Okuma alışkanlığınız veya tarihe merakınız yoksa, okul hayatınızdan aklınızda kalanlarla yetinirsiniz. Bir Yeniçeri torunu olmam ve “Türk Tarihi”ne olan özel merakım nedeniyle devamlı okuyorum. Geçmiş yazılarımda da “Yeniçeriler” konusundan bahsettim. Özellikle Balkanlardan (daha sonra Anadolu’dan da) toplanan gayrimüslim çocukların (bazı aileler kendileri veriyorlardı) yetiştirilmek üzere ocağa kaydı ile oluşturulan bir askeri teşkilattır. Her çocuk ocağa alınmazdı. “İlm-i kıyafe (Fiziksel görünüşten karakter tahlili yapma bilimi)”de uzmanlaşmış görevliler tarafından seçilirdi. Okullarda, “Yeniçeriler” ve ocakla ilgili ayrıntılar anlatılmaz; sadece “başlangıçta çok başarılı hizmetler gördükleri, daha sonra bozuldukları” belirtilerek kaldırıldığı öğretilir. Kaldırıldığı 15 Haziran 1826 tarihi de “Vaka-i Hayriye” olarak adlandırılır.
“Yeniçeri Ocağı”nın bozulmasının bir çok sebepleri vardır. Genelde ocağa kaydolma kurallarıyla ilgili kitaplarda şu anlatılır: “…bu kuralın ilk olarak III. Murad devrinde, 1574’te tahta çıkmasının hemen ardından ihlal edildiğini gösteriyor. Oğlu Şehzade Mehmed’in sünnet töreni sırasında düzenlenen şenliklere katılan esnaf ve zanaatkârlara, zorlu devşirme sürecinden geçmeden doğrudan doğruya Ocağa kabul edilmeleri emrini vermesiyle radikal bir artışa şahit olunmaktadır ki, bu sisteme indirilmiş ağır bir darbedir.” Ahi teşkilatının ve esnafın ısrarlı istekleri üzerine ve Padişahın kabulü ile ocağa herkes yazılmaya başlanmıştır.
Diğer yandan; bu duruma Türklük açısından bakarsak:
Birincisi, kimsesiz ve güçlü çocuklardan ordu oluşturma örnekleri, geçmişteki bazı devletlerimizde de vardır. Bunlar daha çok hükümdarın “hassa ordusu”nu teşkil etmişlerdir.
İkincisi ise, Osmanlı’dan çok önceleri Balkanlara Hunlar, Avarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar gibi Türk topluluklarının yerleştikleri bilinmektedir. Bunlar Bizans ordusunda paralı askerlik yapıyorlardı (Malazgirt Savaşı’nda saf değiştiren Peçenek askerlerini unutmayalım). Bu çocukların -en azından bir kısmı- “belki de bu boyların çocuklarıdır”, diye düşünüyorum.
Sülalemiz
Sülalemize, Elbistan’da “Yeniçerioğulları” derler, yani lakabımız “Yeniçeriler”dir. Halk, kısaltarak “Yeçerler” diye de söyler. Aile büyüklerimiz, sülalemizin “Yeniçeri Ocağı”na dayandığını anlatırlardı. Şifahi olarak bazı bilgilere sahip olmamıza rağmen; hem 1.Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’nde şehit olan, fakat “şehitler albümü”nde bulunmayan dedem Hacı Ali’nin hem de sülalemizin geçmişiyle ilgili resmi kuruluşlarla bizzat görüştüm, yazışmalar yaptım. Ayrıca çeşitli kaynakları araştırarak bir sonuca varmaya çalıştım. Tam bir sonuç alamasam da bazı bilgilere ulaştım diyebilirim.
Mehmet isimli bir Yeniçeri, ocağın kaldırılmasından sonra kaçarak Elbistan’a gelip yerleşiyor. 1844 doğumlu “Müslüme” isimli biriyle evleniyor ve dört erkek çocukları oluyor (kızların isimlerini bulamadım). 2525 sayılı Soyadı Kanunu çıktıktan sonra, dört koldan devam eden sülalemizin; iki koluna “Yenerçağ”, bir koluna “Yeniçeri” ve bir koluna da “Yeniçerioğlu” soyadı verilmiş. Biz de Yenerçağ soyadını almışız; 1975’e kadar soyadım Yenerçağ idi.
Tahminler ve ilginçlikler
Yeniçeri Mehmet’in, başka yerlere gitmeyip de neden Elbistan’a geldiği dikkatimi çekmiştir. Büyük ihtimalle Elbistan’ı bilen birisidir. Biliyorsunuz; Dulkadir Beyliği’nin yıkılması ile Elbistan yöresi Osmanlı coğrafyasına katılmıştır, ama bölgeye hâkim olunamamıştır. Belki izini kaybettirmek için Elbistan’a gelmiş olabilir. Başka bir tahminimse; Elbistan’lıdır, son dönemde gidip “Yeniçeri Ocağı”na yazılmıştır. Olaylar üzerine “tekrar Elbistan’a dönmüş” olabilir. Çünkü büyüklerimiz genelde ticaret ve zanaat ehli idiler.
“Yenerçağ” soyadı da çok ilginç gelmiştir. Açıkçası sülalede, 1934’lerde Yenerçağ sözcüğünü düşünüp de “soyadı olarak verilmesini isteyecek” birinin olduğunu sanmıyorum: “Bu soyadını büyük ihtimalle nüfus memuru vermiştir” diye düşünüyorum. Soyadı verilecek kelimelerle ilgili Nüfus memurluğunda “hazır bir liste” vardı da listeden mi seçtiler, bilemiyorum. Ama “Yenerçağ” sözcüğü, bana çok anlamlı ve ilginç gelirdi ve ufuk açıcı bulurdum.
Çok bilinen bir kelime olmadığından, 1974 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na göreve başlamam için hazırlanan kararnamede -sonradan gördüm- soyadım “Yenerçay” yazılmıştı. Son harf, daktiloda tuşa basma hatası değilse, demek ki; MEB memuruna da “yabancı gelmiş ve tereddüt etmiş olsa” gerek.
Soyadı düzeltmesi
Bu soyadı, bizim aile tarafından tâ 1975 yılına kadar kullanıldı (hatta hâlâ Yenerçağ soyadlı akrabalar var). Babam ve üç erkek kardeş (iki kız kardeşimiz evlilerdi) olarak avukatımız kanalı ile Elbistan Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, Nüfus Memurluğu’na karşı açtığımız “soyadı tashihi” davası, 18/03/975 dava tarihinde görüşülerek 20/03/975 tarihinde karar verilmiştir (Esas No:975/135, Karar No:975/163).
Kararda şöyle denmektedir: “Elbistan Güneşli Mahallesinin cilt .., sayfa .., kütük ..’de kayıtlı davacılar 326 doğumlu Hüseyin Yenerçağ, 955 doğumlu Hüseyin oğlu Mustafa Yenerçağ, 953 doğumlu Hüseyin oğlu Yaşar Yenerçağ, 943 doğumlu Hüseyin oğlu İsmet Yenerçağ’ın esas soyadlarının Yeniçerioğlu olduğu ve halk arasında böyle çağrıldığı anlaşıldığından adı geçen davacıların Yenerçağ soyadlarının iptaliyle Davacılar Hüseyin ve Oğulları Mustafa, Yaşar ve İsmet’in soyadlarının (YENİÇERİOĞLU) olarak tashihine, Kararın kesinleştikten sonra bir kerre mahalli gazetede ilanının yaptırılmasına, Karar harcının eksiksiz alındığına, Yargıtay incelemesi istenebilir karar verildi. Davacı vekili ile davalı nüfus memurunun yüzlerinde verilen karar açıkça okunup usulün anlatıldı. 20/3/975. Katip (imza), Hakim (16529) (imza)”
Türk olmak
Hiç bir zaman “Türklüğüm” konusunda şüpheye düşmedim; kendimi hep “Türk” bildim. “Türk, Türklük, Türk Milliyetçiliği, Turan, Turancılık, Türk Birliği” davasına inandım. Milli kimliğimden taviz vermedim. Yeniçerilerin de ülküsü olan “kızılelma” için çabaladım. Bugüne kadar böyle yaşadım, bu yolda / uğurda elimden gelen mücadeleyi verdim. 67 yaşındayım; hiç değişmedim, hâlâ da aynıyım.
21.yüzyıldayız: İnsanlar, hatta milletler arasında o kadar karışım oldu ki; artık bilim insanları -hayvanlarda olduğu gibi- saf ırk veya kan bağı aramıyorlar (Medeni Kanunu’muzdaki “kan ve sihri hısımlık” konusu farklı). Konuya “Milli Kültür” değerleri açısından bakıyorlar. Birey kendisini ne hissediyorsa, hangi millete mensubiyet / aidiyet duyuyorsa, o’dur diyorlar.
Dünyanın bütün coğrafyalarına yayılmış, bir çok milletle karşılaşmış / karışmış “Türk Milleti”ni ve fertlerini bir düşünün isterim. Onun için, Atatürk’ün; “Ne mutlu, Türk’üm diyene!” sözü hep şiarım olmuştur ve çok önemserim.
İşte bizim “Yeniçerioğlu” olan soyadımızın hikâyesi böyle…