657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 1 inci maddesinde sayılan kurum ve kuruluşlarda çalışanların memur sayılacağı, 4 üncü maddesinde ise kamu hizmetlerini gördürmek üzere devletin memur istihdam edebileceği belirtilmektedir. Memurlar, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’nun 3 üncü maddesinde “kamu görevlisi” olarak tanımlanmıştır.
Memurların Görevi
Eskiden beri halk arasında “memurlar iş yapmaz” lafı dolaşır durur. Bu söz, çeşitli ortamlarda -memur olduğumu bile bile- yüzüme karşı çok söylenmiştir. Bu söze bozulsam da mümkün olduğunca anlatmaya çalışırdım. Aslında bu sözü edenler; genelde devlete işi düştüğü halde -mevzuat gereği- işi yapılmayanlar ya da devletle hiç işi olmayan lafazanlardır.
Memurlar, durup dururken iş yaratmazlar; yürürlükteki mevzuata göre kendilerine verilen görevleri yaparlar. Yüklendikleri görevleri yaparken yasaların vatandaşa sağladığı hakları da tarafsızlık ilkesine uygun olarak yerine getirirler. Yani memurlar, devletle vatandaş arasındaki hizmet akışını ve iletişimi sağlarlar. Dolayısıyla hem devletin hem de vatandaşın haklarına sahiplenirler.
Zamanla bilgi ve tecrübe kazanan, işinin “erbab”ı memurlar; çalışmalarına ve gözlemlerine dayalı olarak fark ettikleri eksik, yanlış, hatalı hususları rapor haline getirerek düzeltilmesi veya değiştirilmesi için amirlerine önerilerde bulunabilirler. Zaten böyle memurlar çalışmaları ve kapasiteleri ile hemen kendilerini belli ederlerdi. Ehliyet ve liyakat sahibi amirler de bu memurları fark eder; verdikleri sicil notları ve olumlu görüşleriyle yükselmelerinin önünü açarlardı. Şimdi bu değerlendirmelere gerek kalmadı, zaten kaldırıldı. Bir ara “performans değerlendirmesi” lafları edildi, doğru dürüst uygulanamadı.
Bugünkü memurlar; teknolojiden yararlandıkları için eskilere göre daha az iş yapıyorlar. Ancak şimdikiler, devletin ve vatandaşın haklarından çok kendi bencil isteklerini öne çıkarıyorlar. Özellikle amirler, bir işe kalkıştıklarında veya bir toplantı düşündüklerinde devlete, vatandaşlara veya katılımcılara yararını ya da zararını (masrafını) değerlendirmiyorlar. Aksine en güzel şehri, en lüks oteli bulup yemeyi, içmeyi, gezmeyi, tozmayı, eğlenmeyi tercih ediyorlar. Üstüne üstlük yolluklarını da hiç kesinti olmadan alabiliyorlar.
Eskiden bir görev çıktığı zaman, görev süresince alacağımız harcırahın (yol ve gündeliklerin) yetmeyeceğini ve cepten harcayacağımızı bile bile hem göreve hem de “ülkemizin güzel bir yöresini göreceğiz” diye sevinirdik. Devlet işi için görevlendirilen memurun, tabii ki cepten harcamasını doğru bulmam; sadece şimdiki amirlerin bencil davranışlarını dile getirmek istedim.
Memurların Eğitimi
Kanunun 2 nci maddesi “Bu Kanun, Devlet memurlarının hizmet şartlarını, niteliklerini, atanma ve yetiştirilmelerini, ilerleme ve yükselmelerini, ödev, hak, yüküm ve sorumluluklarını, aylıklarını ve ödeneklerini ve diğer özlük işlerini düzenler” derken; 10 uncu maddede “Devlet memurları amiri oldukları kuruluş ve hizmet birimlerinde kanun ve diğer mevzuatla belirlenen görevleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmaktan ve yaptırmaktan, maiyetindeki memurlarını yetiştirmekten, hal ve hareketlerini takip ve kontrol etmekten görevli sorumludurlar…” denilmektedir. Bu maddeyle memurların yetiştirilmesi hususunda amirlere sorumluluk yüklenmiştir.
Memurların yetiştirilmesi için eskiden beri hizmet içi eğitimler yapılır. Ancak memur adayı öncelikle kıdemli bir memurun yanına görevlendirilir; mevzuat ve görevi hakkında ön bilgiler verilir, yazışmalar uygulamalı anlatılırdı. Arada amiri çağırır ve yazılar üzerinde değerlendirme yaparlardı. Acaba, bugünkü amirlerin kaçı memurların yetiştirilmesine yardımcı olabilir? Son zamanlarda atanan bazı amirlerin; diploması dışında hiç bir devlet tecrübesi, bilgisi, birikimi yok. Devlette görev yapmayan ya da memuriyet kademelerini (basamakları) sırasıyla çıkmayan, devletin işleyişinden, hiyerarşisinden haberi olmayan amirden ne beklenebilir (özellikle üniversitelerden bürokrasiye atananlar -istisnalar hariç- bu konularda ve yöneticilikte çok yetersizler). Bürokratların bir çoğu makama paraşütle geldiği için eğitilmeye öncelikle kendileri muhtaç. Makamda kalabildiği sürece bir şeyler öğrenebiliyorsa, ne âlâ!.. Ama devlet örseleniyor.
Mesela; eskiden şube müdürleri bile kendilerine verilen yetki ve sorumlulukları, inisiyatif alarak hiç çekinmeden kullanırlardı. Yeni yöneticilerse (genel müdürler dahil) inisiyatif alamıyorlar veya kullanamıyorlar. Sebebine gelince: Bürokratların çoğu makamlara hak etmeden geliyorlar, ehliyet ve liyakat sahibi değiller; devleti ve işleyişi bilmiyorlar, görev, yetki ve sorumluluklarının farkında değiller; dolayısıyla üst amirlerden ve/veya yanlış yapmaktan korkuyorlar, sorumluluk alamıyorlar, almaktan çekiniyorlar. Nadiren tersi amirlerle de karşılaştığımız oluyor: Bunlar da ya cahil cesareti gösteriyorlar ya da yasaları takmıyorlar. Nasıl olsa soruşturma, sorgulama yok!..
Yetki Devri
Bakanlar, “İmza Yetkileri Yönergesi” ile bürokratlara yetki devri yaparlar. Bu sebeple, kurum dışına gidecek resmi yazıların imza bölümüne imzalayacak amirin adı ve soyadı ile unvanı arasına “Bakan a.” ilave edilir. Son dönemlerde bu konuda sıkıntı yaşandığını gözlemledim. “Bu uygulamanın bir teamül olduğunu, imza yetkisi verilen yöneticinin ‘Bakanla eşit olduğu’ anlamına gelmediğini” söylesem de aksini iddia eden bazı bürokratlar, mesela şu cümleyi kurabilmişlerdir: “Yazıyı ‘Bakan a.’ imzaladığım için son paragraf da ‘rica ederim’ diye bitmelidir.”
Aslında kurum dışı da olsa resmi yazışmalarda “Bakan a.” ifadesi niye yazılır, anlamış değilim. Bu uygulama hemen hemen tüm kurumlarda olduğu için yazının gittiği muhatap makam bunu sorgulamaz bile. Dolayısıyla kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. “Bakan a.” yazılmayarak hem kâğıt da bir satır daha kazanılmış olur hem de bu tartışma bitmiş!..
Kariyer memurluklar
Kanunun 3 üncü maddesinde sayılan “Kariyer”in açıklaması “B) Devlet memurlarına, yaptıkları hizmetler için lüzumlu bilgilere ve yetişme şartlarına uygun şekilde, sınıfları içinde en yüksek derecelere kadar ilerleme imkanını sağlamaktır” şeklindedir. Bu madde mevcut memurlara yöneliktir. Ancak, “Kariyer memurluk” diye bir statü oluşturuldu. Özerk kurum ve kuruluşlarda başlatılan bu uygulama diğer kurumlara da yaygınlaştırıldı.
Bir süredir, üniversiteden yeni mezun olmuş kişiler sınavla “uzman yardımcısı, denetçi yardımcısı vb.” unvanla ilk defa memuriyete atanmaya başlandılar. Bakanlıklara başlayanlar 25-30 yıllık memurlarla (hatta şube müdürleriyle) eşit maaş almaktalar (özerk kuruluşlarda çalışanlar çok daha yüksek maaş alıyorlar). Bu durum, personel arasında huzursuzluğa neden olurken zaten olmayan “ücret adaletsizliği”ni daha da artırmıştır.
Ücret konusu bir tarafa bu çok yanlış bir uygulamadır. Bu konuda tecrübelerim ışığında bazı önerilerde bulunmak istiyorum:
* Kurumlara genel idare hizmetleri sınıfından (diğer bazı sınıflar da düşünülebilir) ilk defa memur olanlar; sınav sonucuna ve mezuniyet durumuna göre mutlaka “memur adayı” olarak başlatılmalıdır. Memuriyet, okullarda teorik bilgi verilerek öğrenilemez; devlette çalışılarak öğrenilir. Bu şekilde devleti, kurumları, işleyişi, evrakı, resmi yazışma yapmayı, dosya ve arşiv işlerini öğrenmelidirler. “Devlet umuru görmek” deyimini unutmayalım.
* Adaylığı kalkan ve en az 3 veya 5 yıl hizmet yapan memurlar için “kariyer memurluk” sınavı açılarak (genel veya her kurum ayrı yapabilir) başarılı olanlar uzman yardımcılığı, denetçi yardımcılığı vb. unvanlara atanabilirler.
* Üniversitelere alınan araştırma görevlileri için de benzer uygulama yapılmalıdır. Özellikle eğitim ve fen-edebiyat fakültelerine alınacak araştırma görevlileri sınavına, öğretmenlere giriş hakkı verilerek öncelik öğretmenlerden seçilmelidir.