S.Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma” isimli kitabından yararlanarak önceki haftalarda Harezmî’den bahsetmiştim. Yazar kitapta aydınlanma çağını anlatırken bilim insanlarının yaptıklarını karşılaştırmalı olarak açıklandığından, satır aralarında Harezmî ile ilgili başka bilgilere de rastlıyoruz.
Harezmî’nin dışında özellikle şu iki isim üzerinde durulduğunu fark ettim: Birûni ve İbn-i Sina. Her ikisini de geçen hafta biraz tanıtmıştım: Şimdi de -kitaba bağlı kalarak- daha ayrıntılı tanıtacağım.
Ama önce “1576. Şam doğumlu Takiyüddin’in Konstantinopolis’te Uluğ Bey’inkini model alan bir rasathaneye mali destek vermesi için sultanı ikna etmesi (s.34).” cümlesinde geçen gözlemevi, Osmanlı padişahı III. Murad döneminde açılmış, ancak yobazların türlü tepkileri sonucu topa tutularak 1579 yılında yıkılmıştır.
Yazar, Orta Asyalı bilim insanlarının çalışmalarını “Orada, yıldızların arasında başka bir güneş sistemi daha var mı, yoksa kâinatta yalnız mıyız, diye soruyorlardı.” şeklindeki cümlesiyle önce batıyla kıyaslıyor: “Altı yüz sene sonra Giordano Bruno (1548-1600), dünyadan başka gezegenlerin de bulunduğunu söylediği için kazığa bağlanıp diri diri yakılacaktı. Bu iki adam (Birûni ve İbn-i Sina), muhtemelen… yalnız olmadığımızdan emin görünüyorlardı. Ayrıca dünyanın bir bütün olarak bugünkü haliyle mi yaratıldığını yoksa zaman içerisinde evrime mi uğradığını sorguluyorlardı. Bu noktada, Yaratılış kavramını kabul ediyorlar, ancak dünyanın sonrasında şiddetli değişikliklere uğradığına vurgu yapıyorlardı. Bu açıkça dile getirdikleri jeolojik evrim kabulü, Orta Çağ Hristiyanlığı kadar sahip oldukları İslâm itikadına da aykırıydı. Bu aykırılık genç olanlardan birisini rahatsız etmiş, diğerini ise hiç etmemişti. İlki, yani İbn-i Sina dinî olarak daha kabul edilebilir kılmak için anlaşılması güç de olsa bir açıklama getirmişti. Ancak iki genç adam da jeolojik evrimi ve hatta sekiz asır öncesinden Darvinizm’in temel noktalarını sezmişlerdi. (s.41)
…Yirmi sekiz yaşındaki Ebu Reyhan el-Birûni (973-1048) Aral Gölü’nün kenarında doğmuş ve coğrafya, matematik, trigonometri, mukayeseli din, astronomi, fizik, jeoloji, psikoloji, mineraloji ve farmakoloji bilimlerinde öne çıkmıştı. Genç olan Ebu Ali el-Hüseyin İbn-i Sina (980?-1037) ise günümüzde Özbekistan sınırlarında yer alan, o zamanın ilim merkezi, görkemli Buhara kentinde büyümüştü. Tıp, felsefe, fizik, kimya, gökbilimi, ilahiyat, klinik farmakoloji, psikoloji, ahlâk ve müzik teorisi alanlarında nam salacaktı. İbn-i Sina’nın temel eserlerinden El-Kanun Fi’t Tıb (Tıbbın Kanunu) sonunda Latinceye tercüme edildiğinde Batı’da modern tıbbın başlamasına vesile olmuştu. …Birûni ve İbn-i Sina, modern zamanların olmasa da klasik dönem ile Rönesans arasındaki zaman zarfının en büyük iki bilim adamı olarak görülmektedirler. (s.42)
Birûni de İbn-i Sina da bilimsel keşfin tam da özünü yakalamışlardı. …dönüm noktası olan büyük bilimsel keşifler nadiren bir ‘Evreka (buldum!)’ anı meselesiydi… (s.43)
İbn-i Sina’nın kimisi birkaç sayfa kimisi birkaç cilt olan 400’den fazla kitap ve risale yazdığı bilinmektedir, ancak bunlardan sadece 240 tanesinin ise bir kısmı yayımlanmıştır. Birûni’nin ise 180 adet eser verdiği bilinmekte olup sadece 22 tanesi günümüze ulaşmıştır. (s.48)
…Astronomide bugünkü Özbekistan’ın batısında doğan, yeryüzünün derecesinin uzunluğunu ölçmek için çalışmalar yürüten ve enlemlere bağlı yatay güneş saatlerini yorumlamak için tablolar geliştiren Orta Asya’nın önde gelen gökbilimcileri arasındaki Harezmî ile başlanılabilir. Küresel astronominin sorunlarına sayısal çözümler getirmek üzere rub tahtasını (çeyrek daire sinüsü) kullandığı bir alet geliştirmişti. Birûni astronomik araştırmalarının sonunda yeryüzü yörüngelerinin dairevî değil, elips şeklinde olduğu ve güneşin tepe noktasının (apojesinin) öngörülebilir şekilde değişiklik gösterdiği neticelerine ulaşmıştı… (s.49)
…Türkmenistan’da yer alan Merv’den dostu Mervezî tanjant ve kotanjant üzerine öncü çalışmalar yürütmüştür. Birûni de Hindistan’da bilinen sıfır kavramı ile negatif sayıları bölgeye taşıyan çok sayıdaki Orta Asyalı bilim adamından biri olup, bu ikisinin kullanımında çığır açmıştır. (s.50)
Taze hekim İbn-i Sina Buhara’dan çıktığında Samaniler devleti ölüm döşeğindeydi… (s.220) Samanilerin kendileri gibi İbn-i Sina’da Belh’in önde gelen bir ailesinden gelmekteydi… Babasının işi kâğıtlarla boğuşmaktan fazlasıydı. Yeni kullanılmaya başlanmış Hint sayı sistemine, matematiğe, istatistiğe ve Harezmî’nin uygulamalı cebirine hâkim olmayı gerektiriyordu. (s.331)
Araştırma arzusu ve saf merak da Orta Asyalı düşünürleri seyahat etmeye teşvik ediyordu. Ebu Zeyd el Belhi, seyahat etmeyi gayet önemli olan haritalarını çizebilmek için bir araç olarak görmüştü. Muhammed Peygamber’in hadislerini derleyen Buharî senelerini yollarda geçirerek meşhur eserini ortaya çıkartmak için sözlü mülakatlar yapmıştı. Bu meselede pek fazla bir şansı olmamakla birlikte hezarfen Birûni uzun yıllar seyahat etme ve Hindistan’da araştırmalarda bulunma fırsatını geri çevirmemişti. (s.220)
…Harezmî’nin Harezmli halefi Birûni Hint ilmiyle öylesine meşgul olacaktı ki eline geçen ilk fırsatta çalışmalarını Hindistan’da devam ettirmek için harekete geçecekti. (s.242)
Orta Çağ’ın iki büyük zihni Birûni ve İbn-i Sina hayatlarını seyahat ederek geçirmişlerdi. Birûni Hindistan’a kadar giderken İbn-i Sina da bugün İran’da kalan kentleri dolaşmıştı. (s.260)
…Gönülsüz bir şekilde Afganistan’a gitmesinden önce Birûni memleketi dışında birkaç sene geçirmişti ama Bağdat’a hiç uğramamıştı. İlk fırsatta da Harezm’deki memleketine geri gitmişti. Orta Asya’daki bütün bu büyük kent merkezleri Buhari gibi yurtdışından dönmüş kimselerle doluydu.
Bir ya da iki istisna haricinde bu entelektüellerden hiçbirisinin geri dönerken sahip olduğu motivasyon sıla hasreti değildi… Geçici ya da temelli olarak Orta Asya’dan ayrılmaları hevesin, hareketliliğin ve bazen de gerekliliğin sonucuydu. Aynı şekilde gittikçe artan geri dönme, bölgede kalma ya da bölge içinde başka bir yere yerleşme kararları da aynı saiklerle alınıyordu. Bağdat’ın yükselişi ile entelektüel göç yaşanmıştı. Böylece yeni başkentin meclisleri Orta Asyalılarla dolmuştu. Bundan ötürü Orta Asya kısa bir süreliğine de olsa önemli yeteneklerden mahrum kalmıştı. Fakat nihai olarak bu durum bölgeye zenginlik katmış ve bu kadim topraklarda yaşanan entelektüel filizlenmenin unsurlarından biri olmuştu. Dolayısıyla bu süreci ‘beyin göçü’ diye tarif etmek doğru olmayacaktır. (s.261)
Zerdüştlük sistemiyle bağlantılı olan Harezm güneş takviminden, vakti tayin etmede kullanılan diğer bütün kadim takvimlerden daha gelişmiş bulduğunu söyleyen Birûni sayesinde haberdarız. (s.348)
Harezm’liler matematik ve gökbilimi başta olmak üzere tüm bu alanlarda gayet gelişmişlerdi. Harezmî’nin çığır açıcı çalışmasında bu mahalli geleneklerden nasıl yararlandığını görmüştük. Diğerleri de Harezmî’nin başarılarını temel alacaklardı. Bunların arasında en fazla göze çarpan isim Harezmli hezarfen Birûni idi. (s.349)
Haftaya devam…