Prof.Dr.Nusret Çam, “Milli Egemenlik ve Din” başlıklı makalesine şöyle başlamaktadır: “Türkiye her zaman dış tehditlerin yanında içeriden de ciddi şekilde tehdit altında olmuştur. Günümüzde ülkemizin karşı karşıya bulunduğu bu iç tehditleri şu şekilde sıralayabiliriz: Din sömürüsü, dinsel fanatizm, dinden kaynaklanan cehalet, hurafecilik; tarikatlar ve cemaatler; her türlü etnik bölücülük (…); kötü yönetim ve liyakatsizlik; her türlü diktatörlük, menfaat çeteleri, kötü ekonomi; kültürel yozlaşma; bilimde, sanatta, felsefede, edebiyatta gerilik; her türlü yaratıcılığın ölmesi; insanların tembelliğe ve kolaycılığa alışması; uyuşturucu ve alkolizm; dışarıdan gelen kitlesel göçler; Türkiye’den başka ülkelere olan beyin göçü, evlenmenin azalması, boşanmanın artması ve çocuk yapmama. Bunlardan bir tanesi bile yakın zamanda milli güvenlik, uzak vadede ise milli egemenlik sorunu yaratabilecek niteliktedir. (s.75)
…akılcılığın, barışçılığın, sevginin ve hoşgörünün terkedilip savaşçılığın, misyonerliğin, totaliterliğin, bencilliğin, şekilciliğin, hurafenin, kadın düşmanlığının ve ritüelin hâkim olduğu bütün dinler ve dinsel yorumlar dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir. Böyle durumlarda dinler toplumların önce zayıflamasına, sonra da tarihten silinmesine yol açabilir.
Elbette dinlerin ayrıştırıcı olduğu kadar birleştirici ve hamleci yönleri de vardır. Özellikle vatan ve millet kavramlarının henüz gelişmediği toplumlarda ve zamanlarda insanlar din etrafında birleşerek büyük güç oluşturabiliyorlardı… (s.76)
Din, Arap Kültürü Demek Değildir
Bunun millî egemenlik açısından anlamı şudur: Daha Peygamber ölür ölmez siyasi çekişmelere ve kanlı olaylara sebep olan Müslümanlar, İslâm’ın gerçek mesajını bilerek veya bilmeyerek terk ettikleri gibi, cahiliye, yani Bedevi Arap kültürünün pek çok unsuru da İslâmî emirler, yasaklar ve uygulamalar olarak mutlak nas halinde kabul edilmiştir. Yine Kur’an’ın Arapça olması da bu dilin İslam’ın resmi dili gibi algılanması sonucunu doğurmuş ve bunun neticesinde başta Kuzey Afrika, Suriye ve Irak olmak üzere Araplıkla hiçbir ilgileri olmayan pek çok ülke Araplaşmıştır. Arapçanın cennet dili olarak yüceltilmesine ve Arapların ‘kavm-i necip’ (temiz, halis kavim) olarak anılıp saygı gösterilmesine rağmen, Türkler yine de diğer ülkeler kadar Arap nüfuzuna girmemişlerdir. Buna rağmen günümüz Türkiye’sinde Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri tarafından dile getirilen ‘Türkçe öldü’ gibi sözlere paralel olarak okullarda resmî müfredatta Arapçanın yaygınlaştırılması ve milyonlarca Suriyelinin ülkemize yerleştirilmesi Türkçenin, Türk kültürünün, Türk dünya görüşünün ve sonuçta Türk millî kimliğinin ablukaya alınması gayretleridir. (s.94-95)
Çözüm: …Kur’an’ın baştan sona kadar bütün mesajlarının İslam dininin aslında uygarlık projesine yönelik olduğu gerçeğini Müslümanların artık anlaması gerekir.
Sonuç olarak, totaliter idare sistemi ile birleşmiş bir din anlayışı nasıl Orta Çağ’da Hristiyan dünyasını geriletti ve yaşanmaz hale getirdi ise, İslâm ülkeleri de aynı zihniyetin tahakkümünde çok daha zor günlere gebedir. Avrupa bunu demokrasi, akılcılık, keşifler, icatlar ve insan hakları sayesinde aşmayı başarmıştır. O günden sonra da İslâm dünyası Batı karşısında her alanda gerilemiştir. Bu zihniyetin hâkim olması, Türkler açısından milli kimliğin ve milli egemenliğin tehlikeye girmesi demektir… (s.96)
Prof.Dr.Nusret Çam’ın makalesinden yararlanarak hazırladığım yazımı tamamlamış bulunmaktayım. Ancak, din konusu ile bağlantı kurarak aynı kitapta yer alan Gözde Kılıç Yaşın'ın "Mlli Egemenlik Açısından Patrikhanenin Statü Sorunu” başlıklı makalesinden de söz etmek istiyorum.
“…Fener Rum Patrikhanesi, Türkiye’nin tanıdığı yetki alanları dışına çıkmaktadır ve Türk hukuk sisteminin tanıdığı yetki ve hakların üstüne çıkma arayışıyla millî egemenliği tehdit etmektedir. Nitekim devlet, milletin tüzel kişiliğidir ve devlet, sahip olduğu toprakların tamamı üzerinde yönetim gücünü hissettirebilecek mutlak hükümranlığını kurabilmişse millî egemenlikten bahsetmek mümkün olacaktır. Fener Rum Patrikhanesi ise yabancı güçlerin desteğiyle kendine yeni bir düzen kurarak devletin üzerinde bir hukuki süje olma yolunu zorlamakta, dayatmaktadır. (s.179)
Ekümenik kelimesinin sözlük anlamı evrensellik, ‘evrensel birleşme’dir. Dinî terminoloji olarak dinî birlik anlamında kullanılır… (s.183)
…Fener Rum Patrikhanesi, Ortodoks camiada filetizm veya etno-filetizm (phyletizm/ etnophyletism) yani din milliyetçiliği yapmakla eleştirilmektedir. (s.186-187)
Filetizm’in sapkınlık olarak nitelendirilmesi, Bulgar Kilisesi’nin kendi yargı bölgesinde kendi kiliselerini oluşturma mücadelesi vermesi üzerine 1872’de İstanbul’da yerel bir konsilin toplanması ile söz konusu olmuştur. Buna göre Bulgarların kendi dilinde ayin yapma istekleri, din milliyetçiliği/ milliyetçi din arayışı olarak nitelendirilerek sapkınlık olarak görülmüş ve reddedilmiştir… (s.187)
…Diğer taraftan bu tartışmaların hiçbir şekilde parçası yapılmamış olsa da Gagavuzların Moskova Patrikhanesine bağlı olanlarında millî kimliğin korunmuş olmasına rağmen özellikle Yunanistan’da yerleşik Gagavuzların, keza Ortodoks Türklerin büyük ölçüde asimile edilmiş olması da bu yaklaşımın bir ürünü olsa gerektir. Dolayısıyla Fener Rum Patrikhanesi, 150 yıl önce de tüm Ortodoksları Helenleştirmeye çalışmakla ve filetizme sapmakla eleştirilmişti… (s.189)
Osmanlı Devleti döneminde ‘ekümenik’ ifadesinin kullanıldığı iddialarına rağmen Osmanlı makamları ile Patrikler arasındaki yazışmalarda ‘ekümenik’ değil ‘bende’, yani kul (kul/köle/bağlı) ifadesi yer almaktadır. Diğer taraftan 1862 tarihli Rum Patrikhanesi Nizamnamesinin de hiçbir yerinde ekümenik sıfatı kullanılmamıştır… (s.192-193)
Sonuç olarak ‘Türkiye kabul etmese de Patrikhane ekümeniktir’ ifadesinde yer alan görüş temelsiz ve anlamsızdır. Bu tür tartışmalar, dini gerekçe ve kuralları zemin olarak kullanan siyasi hedeflerin yansımasından ibarettir… Türkiye açısından Patrikhane, Ortodoks Rum azınlığın dinî ihtiyaçlarını karşılayan, tamamıyla Türkiye Cumhuriyeti yasalarına tabi dinî bir müessesedir. (s.195)
…Ancak Heybeliada Ruhban Okulu için ilk defa 1950’de elde edilen yabancı öğrenci ve öğretmen kabulü izni ve o günün yasal koşullarının tanıdığı imkânla Millî Eğitim Bakanlığı veya Yüksek Öğrenim Kurumu’nun denetiminin dışında yönetilmesi iznini yitirince Patrikhanenin okulu tamamen kapatıp, Türkiye’de esir kalmış bir din kurumu Propagandası yapmayı tercih ettiği görülmüştür. Dolayısıyla yakın tarih de göstermiştir ki Patrikhane kazanımlarını ziyan etmemekte, doğru zaman için sabır göstermekte ve açılan yolları da ilerletmektedir. (s.200)
Fener Rum Patriği Barthelomeos, halefine tarihte eşi benzeri görülmemiş bir taht bırakmak yolunda önemli bir mesafe almıştır… (s.206)
Türk iç hukukunda ‘tüzel kişiliği’ bulunmayan patrikhane, sanki tüm çabasını uluslararası hukuk kişisi olmak için vermektedir. …ancak bu çok riskli denklemin anahtarı Türkiye’dir… (s.209)
…Bugün de Türk Hukuk Sistemindeki yeri belirlidir, yetkileri ülkenin Rum azınlığının dinî ihtiyaçlarıyla sınırlandırılmıştır… Patrikhanenin siyasi bir statüsü söz konusu değildir ve hukuki statüsü önceki hukukla uyumlu şekilde devletin mutlak egemenliğince belirlenmiştir. Buna göre de Rum azınlığın kilisesinden ibarettir. (s.210)
Üç haftadır yazdığım yazılardan ve son günlerde yaşadıklarımızdan, siyasete alet edilen dinin nasıl zarar gördüğünü; ayrıca aklını başkalarına teslim edenlerin egemenlik haklarını hür iradeleriyle kullanamama sebeplerini anlamışsınızdır, sanıyorum!..