“Cermen’ Runik Yazısının Türk Kökeni (Çağıl Çayır, Kaynak Yayınları, 1.Basım, Mayıs 2023)” adlı kitaptan yararlanarak dört haftadır yazıyorum. Bu yazımda, tartışmaların sonuçlarını yazmaya çalışacağım.
Konuya mitolojiyle gireceğim: “…eski destanlardaki Türk ismine yine tarihsellik atfediliyor: ‘Tıpkı Romalıların Vergilius’un kurucu efsaneleri olan Aeneis’te kökenlerinden emin olmaları gibi Franklar da 7.yüzyıldan itibaren kökenlerini Truva’dan aldılar ve böylece Romalıların yanında kardeş bir ulus olarak yaş ve saygınlık bakımından yükseldiler. Truva’dan ayrıldıktan sonra, insanların arkalarında uzun bir göç dönemi bıraktıkları anlatılıyor. Adlarını kralları Francio’dan alan ve Avrupa’ya göçen Franklar ile adlarını Kral Torcoth’tan alan ve Tuna kıyılarında kalan Türkler olmak üzere iki gruba ayrıldılar, Franklar ve Türkler, Truva kökenli kardeş halklar olarak (s.89).’
İzlanda köken destanlarında da ‘Türk’ adı geçiyor ama kaynağı tartışılıyor. Muhtemelen Frankların Truva destanından esinleniyor: ‘Buna karşıt bir görüş ise Türk halklarına dair coğrafi ve etnografik bilgilere dayanarak yola çıkıyor, bir yandan Frank destanına dahil edilen, diğer yandan İskandinavya’ya doğrudan ulaşan bilgilere. Vergil destanı da tartışmaya dahil edilmeli. Aeneis’e göre Teucer Truva’nın en eski kralıydı ve ona göre Truvalılar da Teucri (=Tyrkir?..) olarak adlandırılıyordu (s.90).”
Burada Truva (Anadolu)’dan İtalya’ya göç etmiş ve M.Ö. 6.yüzyıllara kadar yaşamış Etrüsk halkını anmak gerekmektedir.
“Yaygın olan bilgiye göre Türkler Avrupa’da fiilen ilk kez 6.yüzyılda tanındı (s.53). …Alman ortaçağ tarihçesi E.Ewig, Frankların destanındaki ‘Torcoth’ ve ‘Türk’ isimlerini Göktürklere ve Türk Şad’a bağlıyor: ‘…Torquotos/Turquotus’un, yani Torcoth/Torchort, Torci/Turqui’nin heros eponymos’unun adı …Tourxanthos/Turkshad’da, ikinci Batı Göktürk Kağanı Tardu’nun (575-603) kardeşinin sahip olduğu isim veya unvan.’
Ewig’e göre, Frankların Türklerle akrabalık fikri, en geç 6.yüzyılın sonunda Bizans İmparatorluğu’nda Türk elçilerle kurulan tarihsel temasa dayanıyor. Aynı zamanda dikkat etmeli ki Frank destanının yazıldığı 7.yüzyılda Göktürkler ve değişik Türk boyları eski Türk yazısını kullanıyordu. Bu Avrupa destanlarından önceden bilinmiş olmasa bile runik yazıyla benzerlikleri uzaktan da fark edilebilirdi… Bu bakımdan eski Türk yazısı ile runik yazı arasındaki tarihsel bağın araştırılması, Orta ve Kuzey Avrupa’da Hıristiyanlık öncesi yaşam dünyasına dair en önemli edebi kaynaklar olan eski İzlanda destanlarına ışık tutabilir (s.90-91).’
Ayrıca Avrasya’nın birleşikliği ‘Kurgan teorisi’ denilen tarih kuramı bağlamında, tarihöncesi ve erken tarihte, özellikle de mezarların benzerliği açısından, vurgulanıyor ve tartışılıyor. Olası kültürel temaslar arkeoloji ve dilbilim araştırmalarında güncel tartışmaların konusu ve şimdiye kadar yaklaşık 10 bin yıl öncesine uzanmakta. Özellikle atların tarihi, Orta Asyalı bozkır göçebelerinin uzun süreli öncü rolüne işaret ediyor. Bu bağlamda yaygın at sembolleri ve gömüleri Orta Asya etkilerine işaret ediyor. Burada Asya ve Avrupa’daki evcilleştirilmiş sürü hayvanlarının çok eskiden beri ‘tamgalar’la damgalandıklarından da bahsetmek gerekir (s.91-92).
…A.v.Humboldt,… Asya ve Avrupa arasındaki tarihsel-coğrafi bağlantıyı vurguladı: ‘…Siroslu Pherecydes gibi Herodotos da tüm kuzey İskit Asya’sını (Sibirya) Sarmat Avrupa’sına ait, hatta Avrupa’nın kendisi olarak görür (s.55).’
1453’ten Sonra Türklerin Kötülenmesi ve Dışlanması
“Haçlı Seferleri kroniklerine ve hümanistlerin raporlarına göre, Türk ve Cermen halkların akrabalığı, özellikle de Türklerin Truva kökeni, Selçuklular tarafından olduğu kadar II.Mehmet (Fatih) tarafından da biliniyordu (s.66).
Ancak runik araştırmalarının başlamasından önce tarih düşüncesinde temel bir dönüşüm yaşandı. Çünkü İstanbul’un fethinden sonra Roma’da hissedilen ‘Türk tehlikesi’, halkların eski mitolojik birliğinin bozulmasına sebep oldu. Avrupalıları Türklere karşı yeni Haçlı Seferine hareketlendirmek için Roma’nın bilgi politikası ‘Türk savaşı’ propagandalarında ‘Türkleri’ destanlarından dışladı, kardeş yerine yabancı ve düşman gösterdi. Bununla beraber Avrupa’nın Hıristiyanlığın kalesi olduğu fikri ve Cermen efsanesi kuruldu (s.25).
1453’te ‘Konstantinopolis’in düşüşünün şok edici etkisi altında, Papa, yazılarında Türklerin 7.yüzyıldan beri ait oldukları halkların ortak Truva destanlarından çıkarılmalarını istedi. 15.yüzyılın sonunda Türklerin dışlanması başarılı oldu… ‘Hümanizmin yeni antikçağ yorumu, Türklere karşı savaş hedefiyle, yeni haçlı seferiyle’ birleşti. Bu ‘Truva Savaşı efsanesine herkesin katılımının yerine sınırlama, rekabet ve ayrımcılık getirdi (s.29).
Bu, görünüşte sadece ‘bilimsel-filolojik düzeltme’ aynı zamanda ‘Türklerin eski mitolojik topluluktan, Avrupa’dan kültürel olarak dışlanmalarını kesinleştirdi. Kelimenin tam anlamıyla barbarlaştırıldılar! …Böylece Türkler Hıristiyanlığın ebedi düşmanı olarak gösterildi.
…İtalyanlar o zamana kadar Almanlara aşağılayıcı gözle bakıyordu. Ancak şimdi, 1453’te Konstantinopolis’i, yani bugünkü İstanbul'u, ‘Hıristiyan âleminin iki ışığından birini’ fetheden ve tüm Avrupa’yı tehdit eden Türklere karşı Avrupa’nın birliğine ihtiyaç vardı (s.30). …Böylece ‘Anti-Türk bir zihniyet’ Avrupa’da hâkim oldu. …halkların eski mitolojik beraberliği yeniçağın başında koparıldı (s.32).
Bilimsel Paradigma Değişimleri
Eski Türk ile Avrupa runik yazısı arasındaki tarihsel bağlantıya yönelik araştırma, disiplinler ötesi bir gerekliliktir…
1.Her şeyden önce günümüzde hemen hemen çaresiz kalmış olan runoloji artık genel olarak yeni açılımlara karşı çok meraklı. Bu durum Cermen kavramının eleştirilmesiyle daha da teşvik ediliyor.
2.Aynı zamanda, Avrupa’nın eski göç destanlarındaki Türk isminin tarihselliği yeniden ortaya çıkıyor ki bu günümüzün runolojisinde henüz dikkate alınmadı. Halkların kadim birliği ortaçağın bir inancı olarak anlaşılması, runik yazarların hayatlarına bakışımızı da yeniden şekillendiriyor.
3.Üstelik tarihöncesi ve erken tarih üzerine yapılan çağdaş araştırmalar, Avrupalı halkların Orta Asya’daki kültürel-tarihsel merkezine işaret etmektedir ve bu merkezden artık Türklerin dışlanması mümkün değildir. Bu bağlamda kültürel temaslar günümüzde heyecanlı tartışmalara konu oluyor. Arkeolojik ve dilbilimsel paralelliklerin yanı sıra mitolojik ve teolojik paralellikler de belirleyici bir araştırma konusudur. Eski Türk ve Avrupa runik yazısı arasındaki tarihsel bağlantı sorusu, bahsedilen tüm araştırma alanlarına ve sorun alanlarına giriyor ve bu da konuyu disiplinler ötesi bir konu olarak öne çıkarıyor.
4.Ayrıca runoloji, araştırmayı ilerletmek için genişletilmiş spekülasyonlar gerektirir ki bu da araştırmacı için son derece zordur. Burada sadece geleneklerin kültürel-tarihsel bağlamıyla ilgilenmek değil, aynı zamanda kişinin kendi önyargılarını ve hatta koşullanmalarını aşması da gereklidir.
5.Dolayısıyla araştırma konusu, toplumsal açıdan, halkların kendilerine ve başkalarına olan bakışları için devrim niteliğinde.
6.Sonuç olarak yeniçağda ve yeni tarih yazımında Türkçenin paradigmatik olarak dışlanması önemli bir fenomen olarak tespit edilmeli ve bu konudaki refleksleri aşmak için ciddiye alınmalı (s.94-95).
Haftaya kitaptaki bazı hususlarla ilgili görüşlerimi yazacağım.