“Kızılca Gün” nedir, bilir misiniz? “Türk/Oğuz Töresi”nce, yeni devletin kurulduğu ve yeni başbuğun seçildiği gündür. Ankaralı Seymenler de 27 Aralık 1919 tarihinde Dikmen sırtlarında; atlı olarak bayrak, davul ve pusat ile Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayıp halkla birlikte Ulus’a kadar yürümüşler ve yeni devletin kurulacağına olan inançlarını göstermişlerdir.
Zaman zaman yazılarımda, Elbistan’da yaşanan gelenek ve göreneklerden bahsedip geçmişle bugünün bağını kurmaya çalışıyorum. Okudukça, köy düğünlerinde gördüğüm uygulamalardan, aslında kadim kültürümüzün Anadolu’ya taşındığını anlıyorum. Toplumun gerçekten bir hafızası var ve farkında olarak ya da olmadan bunları yaşıyor. Meğer doğumla ölüm arasında yaşadığımız birçok geleneğimizi, geçmişten getirmişiz.
Anadolu’nun birçok yerinde -bugün unutulmaya yüz tutsa da- aynı ya da çok az farklılıkla bu gelenekler sürdürülmektedir. 70 yaşında biri olarak çocukluğumda bu geleneklerin hepsini gördüm ve birebir yaşadım. Elbistan şehir merkezinde ve köylerde, 24 Oğuz Boyundan topluluklar olmakla birlikte ağırlıklı olarak Bayat, Avşar ve Beydili boyları bulunmaktadır.
Cumhuriyetimizin 100.yılı dolayısıyla 27 Ekim 2023 tarihinde düzenlenen “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı” konulu panelde, hemşehrim Milli Düşünce Merkezi Başkanı Hakan Paksoy, açış konuşmasında bu hususa temas edince, konuyu biraz daha açmayı düşündüm.
Aile ve devlet kurma
Türklerde; hakanlar/hükümdarlar hariç, tek eşlilik (monogami) esastır: Çok eşlilik (poligami) yoktur. Ve sağlıklı nesil açısından yakın akraba evlilikleri de uygun bulunmamıştır. Geriye doğru yedi-dokuz göbek öncesinden ya da başka oba, oymak, boydan, farklı köy ve şehirlerden kız aranırdı. Yani Türkler, endogami değil egzogami bir toplumdur.
Erkeğin kendisinin veya aile büyüklerinin bir eş bulmasıyla aile kurulur. Oba, oymak veya boy beylerinin egemenlik hakkını kullanmasıyla da devlet kurulur. Kuruluş aşamaları, uğraşı ve özverisi farklı olsa da her iki kurumun oluşmasında benzerlikler vardır. Ayrıca Türkler, bu aile ve devlet kurumunun ikisini de çok önemsemiş ve kutsal saymıştır.
Dr.Tahsin Ünal; “Dünyanın neresinde olursa olsun, istilâlar ve inkılâplar hariç, bütün toplumlar başlıca şu dört sosyo-politik safhadan geçmişler ve tekâmül ederek millet olmuşlardır: 1.Köy, köy devleti, 2.Şehir, şehir devleti, 3.Devlet, 4.İmparatorluk. Bir toplum, bu safhaları birer birer geçerek gelmişse mütekâmil ve medenî bir millet olmuştur… (Türk’ün Sosyo-Ekonomik Tarihi, Emel Yayınları,1977, s.23)” demektedir.
Prof.Dr.Mehmet Eröz; “Türk içtimai hayatını düzenleyen kaideler bütününü ifade eden ‘Töre’ kelimesi, Türk’lükle yaşıt olsa gerektir (s.130)… Divan-ı Lugati’t-Türk’te ‘Törü’ şeklinde geçmekte ve düzen, nizam, görenek, adet ve yaratılmak manalarına gelmektedir… Ziya Gökalp, bunu şöyle açıklar: ‘Eski Türkler’e göre, vatan, töre’den, yani milli kültürden ibaretti. Kaşgarlı Mahmud’un lügatında zikredilen ülkeden geçilir, töreden geçilmez, atasözü, milli kültüre verilen kıymet derecesini gösterir (Türk Kültürü Araştırmaları, Kutluğ Yayıncılık, 1977, s.132).
Örf-adet, gelenek ve milli kültürü teşkil eden töre ve diğer ruhi, bedeni amiller gibi sosyolojik, psikolojik ve diğer tabii faktörler, milletlerin birbirinden bariz farklarla ayrılmasına sebep olan tesir edicilerdir… Milletlere mahsus olan bu karaktere bu seciyeye, ‘milli seciye’ adı verilir. Durkheim, milli şuurun, maşeri vicdanın, çok ağır bir şekilde, asırlar boyu meydana geldiğini ve bir defa teşekkül ettikten sonra kolay kolay yıkılmadığını söyler (aynı eser, s.174).
Prof.Dr.Bahaddin Ögel de; “…Kut, kişilere Tanrı tarafından verilen bir lütuf ve keremdir… Kut ve kutlu, büyük devletler kurmuş olan Türklerin yüksek ve gelişmiş devlet anlayışlarıyla bağdaşmış din ve devlet düşüncesidir (Türklerde Devlet Anlayışı, s.212” der.
Egemenlik/hâkimiyet sembolleri
Bu semboller: 1.Toprak (yurt), 2.Otağ (çadır, ev), 3.Sancak (bayrak, tuğ), 4.Davul, 5.At, 6.Pusat (ok-yay), 7.millet (halk, topluluk).
Devleti tanımlayan sembollerin benzeri aile kurarken de görülmektedir. Eskiden düğünlerde gelin almaya giderken en önde bayrak, ardında davul (zurna), arkada ata binmiş gelin, yörelere göre değişse de atın yularını çeken güveyi (damat) ve kadınlı-erkekli “Seymen” denilen kalabalık, Elbistan ağzıyla “samen” yürür.
Gelinler, “üç etek” elbise giyer ve ayağında “edik” olur. Üç etek, ata binmede kolaylık sağlayan, Orta Asya’dan getirilen giyimdir. Edik, yumuşak kırmızı meşinden yapılmış kısa konçlu bir çizmedir. Gelinlik üstüne bele takılan kırmızı kurdele, bekaretin ve bereketin simgesidir. Oğuzlardaki güveylik (damatlık) elbise kırmızı kaftan, gelinlik ise al duvaktır.
Gelin ya ayrı çadıra/eve ya da kayın atasının/babasının evine getirilir. Geleneğe göre gelin attan inmez, hediye bekler. Kayınbaba, “indirmelik” adı verilen bir meblağ (altın, koyun, davar, sığır, at, tarla gibi) bağışlamaya söz verince iner. Bazı yörelerde gelinin ayağına koç kesilir ve gelin kurbanın üzerinden atlayarak eve girer. Farklı uygulamalar olmakla birlikte birçok yerde gelinin başına susam, üzüm, buğday, darı ile karışık bozuk para atılır. Buna “saçı saçma” adı verilir; “darısı başına” sözü buradan gelir.
Bugün, hâlâ sürdürülen görücülük, dünür olma, kız isteme, nişan, kalınğ/kalın (başlık), çehiz, sağdıç, oyunlar oynama, halay çekme, güreş tutma gibi uygulamalar, Kaşgarlı Mahmud’un yazdığına göre 11.yüzyılda, yani bin yıl önce de aynıydı.
Kurultay ve Toylar
Bugün, kurultay yerine TBMM’ni, Toy yerine de “Anadolu’da yapılan düğünleri” koyabiliriz. Özellikle köy düğünleri bir toy şeklinde geçmektedir. Düğün sahibi, gelecek misafirler için maddi durumuna göre büyük veya küçükbaş hayvan keserek düğün süresince yedirir, içirir, yatırır, tüm ihtiyaçlarını eksiksiz karşılar.
Okuntu gönderme
Eröz; “Bugün Türkiye’nin birçok yerinde, bilhassa köylük yerlerde düğün davetiyesine ‘oku’ veya ‘okuntu’ denir. Bu kelimeler, ‘ok’ sözünün aldığı yeni şekil olmalıdır. Eski Türklerde ‘ok’ bir davet sembolü idi… (aynı eser, s.176)”.
Elbistan, Oğuz (Türkmen/Yörük) boylarının yoğun olduğu bölgedir. 1970’li yıllara kadar düğünlere davet (çağrı), “Okuntu (halk ağzıyla Ohuntu)” ile yapılırdı. Bu işi yapana da “okuntucu” denirdi. Düğün sahibi; düğün gününü, yerini ve söyleyeceği sözleri okuntucuya tembih eder. Düğün sahibinin maddi durumuna göre; davetli evlere gömlek, çorap, yağlık (büyük bez mendil), peşkir (havlu), başörtüsü, yazma, tülbent, elbiselik kumaş ya da şeker, lokum, bisküviden birisini de okuntucu ile gönderir.
Düğünün başlaması
Eski Türk kaynaklarında bayrak; daha çok “Kızıl bayrak” diye adlandırılır ve bağımsızlık, şeref ve şehadetin sembolüdür. Kızıl, güneşin doğarken ve batarken aldığı renktir. Ateş (od) ve kan rengi olup heyecan, kudret, güçlülük ve akılcılık sembolüdür. Tarihimizin başlangıcından beri kızıl rengin kutsal sayılması, “Ateş Kültü”ne bağlanır. Düğünlerde geceleri “sinsin ateşi yakılması ve sinsin oynanması” da muhtemelen buradan geliyor.
Han çadırının önüne dikilen tuğ ya da bayrak; köy düğünlerinde “oğlan evine dikme” şekline dönüşmüş. Davul zurna eşliğinde 10-15 metre uzunlukta bir sırığa bayrak bağlanıp tepesine kırmızı elma (bazan nar) geçirilir. Sırık, her yerden görülecek şekilde damın mertek çıkıntılarına bağlanır veya mıhla (çiviyle) çakılır. Düğün, “Bayrak kaldırma” töreni ile başlar ve gelin gelip eve girince indirilir.
Esas kargaşa o zaman başlar: Delikanlılar veya evlenme çağında erkek evladı olan büyükler; “bayrak indirilirken” bayrağı ve/veya elmayı (narı) kapma yarışına girerler. Nasıl mücadele ederler, görmelisiniz! Ne derece doğru bilemem: Bayrağı ve/veya elmayı kim kaparsa, evlenme sırası o evde bulunan gençlere gelirmiş!..
“Kızıl Elma; Türk mitolojisinde üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan, ancak uzaklaşıldığı oranda cazibesi artan ülküleri veya düşleri simgeleyen bir ifadedir. Türk kültüründe “Kızıl” kıymetli bir renktir. ‘Elma/alma’, bolluk, bereket, şifa kaynağı olarak görülen bir meyvedir. “Kızıl Elma” sembolü elmaya değil, eski Türklerde Güneş ve Ay’ı anlatan “Kızıl Top”a dayandığı düşünülür. Bu top, ‘muncuk’ adıyla bayrak ve tuğların tepesini süsleyen, bazen zaferin işareti, bazen egemenliğin sembolü, bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yeri ifade eder.
Sonuç olarak; şunu belirtmek isterim: Ne yazık ki kültürümüzden ve tarihimizden çok habersiziz!..