Eskiden sabah namazına kalktığımızda, “cıvıl cıvıl” kuş sesleri duyardık. Tan yeri ağarmaya, ortalık aydınlanmaya başladığında; özellikle serçelerin cıvıltılarını işitirdik. Pencereden dışarı bakar; ağaçlara, elektrik ve telgraf direklerine, tellere konan serçelerin, kumruların, güvercinlerin ötüşlerini dinler; birbirleriyle oynayışlarını seyrederdik. İçimize sevinç ve mutluluk dolardı.
Kuş sesleri; bağda, bahçede, tarlada, büklerde, su kenarlarında, kısacası sadece kırsal yerlerde değil, şehirlerde de vardı. 1977 yılından beri Ankara’nın Yenimahalle İlçesi’nde otururum, burada da kuş sesleri doluydu. Çok uzun zaman geçmedi: Bundan yaklaşık 10-15 yıl öncesine kadar böyleydi. Çünkü bu yıllarda Yenimahalle birer-ikişer katlı bahçeli evleriyle meşhurdu. Her evin, ara veya köşebaşı oluşuna göre çevresinde 50-100 m2 bahçesi olurdu. Bahçelerde çeşit çeşit meyve ağaçları, özellikle kayısı ağacı bulunurdu. Ev sahipleri oturuyorsa onlar, yoksa kiracılar birbirlerine yemeleri ve reçel yapmaları için kayısı dağıtırlardı.
Böyle bir ortamda tabii ki farklı türde kuşlar da yaşıyor, rızıklarını bu ağaçlardan sağlıyorlardı. Yuvalarını ağaçlara veya evlerin çatı saçaklarına yapıyorlardı. Sabahın olduğunu onların cıvıltılarından anlar ve kalkardık. İkindi vakti de kırlangıçlar sürüler halinde tepemizde dolaşır dururlardı; ses çıkararak“fır dönüşleri”ni seyrederdik.
1993 yılından beri oturduğum apartmanın önünde, biraz yeşillik ve alıç ağacına benzer biri 6, diğeri 2 metre boyunda iki tane ağaç var. Haziran’da yaprakları kapatacak kadar beyaz çiçekler açıyor, Eylül - Ekim aylarında meyveye dönüşüyor. Meyvesi nohuttan da küçük ve alıç renginde… Şu anda dalları meyve ile dolu. Bazı kişiler “meyvesi yeniyor” dese de biz bugüne kadar hiç yemedik: Zaten kimse de toplamıyor. Eskiden meyveleri yemek için güvercinler ve kumrular gelirdi, ağacın üstü kuştan görülmezdi. Şimdi bir kaç tane kuş ancak geliyor.
Geçen gün sabah namazına kalktığımızda, eşim: “Hiç kuş sesleri duymaz olduk” dedi. Ben de: “Gerçekten de öyle! Kuş sesleri kalmadı” dedim. Aslında eski Yenimahalle de kalmadı ya!.. Nerede o, sevimli Yenimahalle? Nerede o, bahçeli evler: Sebep olanlara sitem ettim. Şimdi Yenimahalle dörder-beşer katlı bahçesiz evlere dönüştü. Eskiden her evde bir/iki/üç aile oturuyordu; şimdi on/onbeş aile oturuyor. Dolayısıyla cadde ve sokaklar yetmiyor; Arabalar kaldırımlarda… İnsanlar; adımlarını bir yola, bir kaldırıma atarak yan yan -benzetmek gibi olmasın- “badi badi” yürüyor.
Kuşlar ne yapsınlar? Bahçeler de kalmadı, yuva yapacak çatı altları da… Yaşam alanları yok oldu. Parklarda yer bulabilirlerse ne âlâ… Eskisi kadar yiyecek de bulamıyorlar. Çöp konteynerlerinin kapakları kapalı, açık olsa da -zaten ürkek olan- kuşların inip yiyecek aramaları mümkün değil. Biliyorsunuz, kuşların bir çoğu uçarken havadaki böcekleri (karasinek, sivrisinek vb.) yiyerek karınlarını doyururlar. İnsanlar şikayetçi olduğu için, belediyeler “sinek, sivrisinek, böcek olmasın” diye ilaçlama yapıyorlar. Yiyecek ve böcek bulamayan kuşlar; tıpkı insanlar gibi -artık buralarda yaşayamayacaklarını fark ederek- şehirlerden uzaklaşıyorlar.
Bu durumu, sadece “uzaklaşma diye açıklayıp” hiç düşünmeyecek miyiz? Suçlu bizleriz: Kuşların göç yollarına hava limanları yaptık; yaşam alanları olan gölleri, bataklıkları kuruttuk, ağaçları kestik, ormanları yaktık; her tarafa binalar diktik; nerede yaşasınlar!.. Hatta nesillerini yok ettik: Bizim çocukluğumuzda bağda, bahçede, tarlada gördüğümüz bir çok kuş türü artık yok. Mevcut kuşlar da yavaş yavaş azalıyor.
Cadde üzeri olan apartmanımızın altında bir çiçekçi dükkânı var: İyi niyetli, hayvansever genç bir arkadaş işletiyor. Üç gün kadar önce öğle ezanına yakın abdest aldım, giyinirken bazı sesler duydum ve pencereden baktım: Trafik durmuştu. Bu arkadaş da dahil bir kaç kişi, yolda duran bir taksinin altında bir şeyler arıyorlardı. Biraz takip ettim: Meğer bir kumru taksinin altına girmiş, onu ararlarmış. Biraz sonra kumru uçtu, ancak 5 metre kadar ilerideki duvara çarptı ve yere kondu. Çiçekçi arkadaş; yanına yaklaştı, korkutmadan kumruyu yakaladı, kanatlarını kontrol ederek dükkânına girdi. Namaza gitmek için aşağıya indim. Baktım, çiçekçi arkadaş elinde bir naylon poşet dükkândan çıktı. “Taksi kuşa çarptı galiba?” dedim. O da: “Taksi çarpmadı. Kuş yola inince taksi durdu, altına girdi. Hayvanı iyileştireyim dedim ama, ne yemişse herhalde zehirlenmiş, öldü” dedi. Kumruyu koyduğu poşeti götürdü çöp konteynerine attı. Tabii üzgündü, ben de çok üzüldüm.
25 Ekim 2019 Cuma günü dişçiden dönerken Beşevler kampüsü içinde bulunan MEB Atatürk Eğitim Müzesi’ne girdim. Çok eskiden kullanılmış “Biyoloji ders araçları”nı gezerken, bazı hayvanların tahnitlerini gördüm. Tabii bir kuş dikkatimi çekti: Bu kuş, küçüklüğümüzde “Delice” dediğimiz kuştu. Elbistan’da sokakta oynarken, bu kuş da tek katlı evlerin süvüklerine (dam saçağı) veya çatılara konar, bize doğru öterek ses verirdi. Sanki bizle “dalga geçer gibi veya oyunumuza katılmak ister gibi” hareketler yapardı. Bu davranışına bakar, “deli deli hareketler yapıyor” diye gülerdik. Herhalde bu sebepten adı “Delice”ydi. Serçeleri yakaladığı da söylenirdi. Elbistan’da “şeker pancarı tarlalarına atılan ilaç sebebiyle -bir çok kuş gibi- delicenin de neslinin bittiği” anlatılır. Doğangiller familyasından olan “Delice”, artık doğada fazla görülmüyor.
Eskiden, daha çok avcıların evlerinde “Keklik” kafesleri olurdu ve keklik beslenirdi. Sonraları “Bülbül, Muhabbet Kuşu” gibi kuşlar beslenmeye başlandı. Yine, akvaryum içinde süs balıkları evlere girdi. Çocuklar bir hevesle bu hayvanları evlere getirdiler, hevesleri geçti, iş babalara kaldı. (Büyük oğlum uçak maketlerine meraklıydı: Küçük oğlumsa hayvanlara…) Küçük oğlum bir ara akvaryum ve balıklar aldı. Bir süre sonra bakım işi bana kaldı. Ne yazık ki bakmayı beceremediğimden; bir sabah balıkları akvaryumda ölmüş halde bulmuştum. Canım sıkıldı: Çocuklara kızdım ve “bakmayacaksanız bir daha eve hayvan almayın” dedim. Yine, bir ara da “Muhabbet Kuşu” almıştı. Kafes çocuğun kendi odasındaydı. Her sabah “ötüp gürültü yapmasın, evin içinde dolaşsın” diye kafesin kapısını açıyormuş. Ağustos ayı, sıcaktan terlediği için gece pencereyi açmış. Sabah kuş ötmeye başlayınca -gece pencereyi açtığını unutup- kalkmış ve kafesin kapısını açmış: Bir süre sonra muhabbet kuşu pencereden uçup gitmiş. Kuşun kaçtığını sabah olunca anladık, ama maalesef geri dönmedi. O günden sonra bir daha eve kuş alınmadı.
Son zamanlarda herkeste, özellikle de çocuklarda kedi ve köpek sevgisi arttı. Güzel bir şey ama, sokaklarda ve parklarda arttan hayvanları görünce -ister istemez aklıma- geçici bir sevgi ve heves gibi geliyor. Çocuklarla hayvanlar arası ilişkileri sağlıklı bir hale getirmek ve eve hayvan alırken iyi düşünmek gerektiğine inanıyorum.
Kültürümüzde hayvanlar (kuşlar) çok önemli yer tutar. Gurbetteki eşimize, dostumuza, sevgililerimize onlarla haber/selam gönderir, cevabını onlara sorarız. En çok da bu görev “Turna”ya düşer. Ne çok türküler, şarkılar yakmışız; aşkımızı, sevgimizi onlarla anlatmış; sevdiklerimizi, sevgililerimizi onlara benzetmişiz.
Ya şimdi!.. Şöyle bir etrafınıza, hatta gökyüzüne bakın; kuş görüyor musunuz?